3 bölüme
ayrılabilecek bir yanı var Atlıkarınca’nın. İlk bölüm, mutlu, huzurlu ve
ekonomik açıdan da gayet rahat bir ailenin yaşamına Kurban Bayramı’nın ilk günü
kurban kesimi ile giriyoruz. Kurban kesimi esnasında veya kurban kesimi
sonrasında babanın hoşnutsuzluğu yüzüne yansımıştır. Annenin zoruyla bu
kurbanın kesildiğini ilerleyen zamanlarda anlarız. Baba titiz biri ve bu
titizliği karısı üzerinde uygula(ya)madığından çocuklarını biraz da zalimce
sayılabilecek şekilde hassasiyetini hissettiren bir mizacı var. İlk bölümde
babanın zalim(ce) hassasiyeti dışında normal şeyler görürüz. Ailecek lunaparka
gidilir; eğlenilir; vakit geçirilir. Evin büyüğü olan erkek çocuğunun
melankolik ve içe kapanık ruh hali ile ilgili yönetmen bir ipucu atar ama çok
ta üzerine gitmemize izin vermez. Geceleri evin avlusunda atlıkarınca
oyuncağının başında çaresizce oturan bu erkek çocuğunun “derdi” hakkında
malumata sahip olamayız. Adam eli kalem tutan biridir ve kadının taşra da kalma
arzusunun aksine “boğulacaksan büyük denizde boğul” dercesine İstanbul’a gitmek
istemektedir. Adamın bu isteği kadının İstanbul’da yaşayan annesinin
rahatsızlanması ile gerçekleşir. Aile, “steyjın” bir arabanın arkasına atılan
ufak tefek eşya ve bavullarla büyük şehre yol alır. Yolculuk esnasında babanın
titiz olduğu kadar “hissiz”de olduğunu anlarız. Tüm hayvanat veya nebatata
karşı da aynı “soğuk” tavırlarını devam ettirir.
Aile kente
yerleşmiştir artık. Evde yatalak bir anneanne de vardır. Annenin telefon
görüşmesinden oğullarının üniversite okumak için farklı bir şehre gittiğini
öğreniriz. Aile oğullarının olmamasından
mütevellit daha huzurludur sanki. Damat, eşinin yoğun çalışmasından dolayı
kayınvalidesine akşamları yemek “bile” yedirmekte ve evin aşağı yukarı tüm
işlerini yürütmektedir. Kız ise okuluna devam etmekte hiçbir sorunu yok gibi
görünmektedir. Anne kariyer planlarını üst üste koydukça evdeki gözünü de
kaybetmektedir. Babanın kendi hastalıklı ve sakıncalı hallerine engel olamaması
kızın ruh halini karartır. Ağlama krizleri, odasında tek başına hiçbir şey
yapmadan oturması annenin dikkatini çekse de baba, balığa çıkarma bahanesiyle
kızı yine alıkoyar. Film, aile içi zulmü hissettirmeden ve seyirciyi rahatsız
edici görüntüler denizinde boğmadan anlatırken annenin tüm bu olanları anlaması
ile üçüncü bölüme geçilir.
Baba ölmüştür.
Evin oğlu bir arkadaşı ile cenaze için eve gelir. Ev taziye için gelenlerle
dolup taşarken anne mevlit isteklerini geri çevirir. Aslında bu bile artık babanın diğer tarafta
bile rahat etmemesini isteme ile alakalıdır.
Aile, babasız
bir yaşamın hazırlıklarına başlarken aslında küçük kızın üzerindeki hayali hiç
gitmez. Kâbuslarla, sanrılarla gelen baba rahat vermez. Filmin sonunda küçük
kız evde yalnız kaldığında babanın çalışma masasına elini uzatır ve film
nihayet bulur.
Yönetmen aslında
büyük bir iş başarmıştır. Evde gizli kapaklı hissedilen baskı ile zulmü
seyirciyi rahatsız etmeden ve müstehcenlik sınırlarında gezinmeye müsait
konuları eğip bükmeden anlattığı için tebriki hak etmiştir.
Özellikle Mert
Fırat, kendi senaryosunun içinde hiç çekinmeden en zor rolün hakkını vermesi ve
hiçbir oyuncunun ‘jön’ roller sonrası kabul etmekten imtina edebileceği bir
karaktere hayat verdiğinden ikinci büyük tebrike layıktır.
Bunun dışında,
her yeni filmle filmografisi için sağlam taşlar ören Nergis Öztürk ise anne
rolünün hakkını ziyadesiyle vermiştir. Çocuk oyuncuların acemiliklerini ise
hoşgörmek gerekir.
Atlıkarınca
modern çağda karşılaştığımız kötülüklere karşı hem kendimizi hem de çocuklarımızı
nasıl korumamız gerektiğini söylemiyor. Lakin, zaaflar ve tutkuların insanın iç
dünyasında kalmadığını yüzümüze vuruyor, vuruyor, vuruyor…
adnan söylemez
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.