Geçiyorum, Müslüm Gürses, “sensiz olmaz” şarkısını söylüyor…
“bu sabah yalnız uyandım
sensiz olmaz, sensiz olmaz
tanıdık kokular yok
sensiz olmaz
kahvaltım anlamsızdı
sensiz olmaz, sensiz olmaz
ilk sigaram bile tatsızdı
sensiz olmaz….”
“seninle de olmuyor” diyorum belli belirsiz.
Kitabı açıyorum, “biri on yıl ilim okur, bir çıra bile yakamaz. Biri
bir harf duyar, onun içi yanar…”
Şiirsel gidişi bozacak şekilde yazıya giriş yapıyorum... Bu
satırları Sadık Yalsızuçanlar’ın bir bilgenin hayatını anlattığı Cam ve Elmas
kitabında okumuştum. Müslüm Gürses’i de bu satırlardan sonra dinlemiştim, ilk
defa, dikkatle ve his ile.
‘Sensiz olmaz’ parçası çarpıcıdır. ‘Neredesin Firuze’
filminden sahneler de katılarak çekilmiş bir klibi var şarkının. Sahneler
arasında Müslüm Gürses de gösteriliyor, elinden düşmeyen sigarası ile. Yüzüne
bakıyorum ‘sensiz olmaz’ derken, dertli,
meseleli bir hali var. Yüzünde bir acı, elinde bir sigara. Klip boyunca
eksilmeyen sigara dumanlarını görünce aklıma yazardan başka bir alıntı geliyor:
-elem bırakan geçici
lezzetlerdense, huzur veren acıları tercih ederim.
-bu yüzden mi iki
paket içiyorsun?
İşte Müslüm Gürses elinde sigarası ile diğer huzur veren
acılardan bahsediyor. Cevaplayamayacağımız sorular soruyor, avutamayacağımız
dertler taşıyor sesinde. Çare aranan bir derdi söylemiyor. Aksine sesiyle,
duruşuyla, elinde her daim sigarayla bir meselem var diyor, o kadar. Hepsi bu
kadar esasen.
Olur da bazen birini çok dertli görürüz, bir sözü ya da
davranışı gariptir, gidip yanına “ne oldu da böyle dertlendin?” deriz. ‘Sensiz
olmaz’ı dinlerken de aynı duygularla sorup duruyorum içimden: “nasıl oldu da bu
noktaya geldin Müslüm Gürses?”
Ayakta zor duran tavrıyla “aşk bir
dengesizlik işi” diyor, yaşamadığım şeyi anlatmam mesajı veriyor bu haliyle.
“Zaman geçmez, sabah gelmez, sensiz olmaz” derken zamana meydan okuyor, isyan
ediyor. Besbelli sabah olmuş ama kalkmış birisi “sabah gelmez” diyor, bir
dengesizlik halinde olduğunu anlatıyor sözlerinde, hal diliyle aşk diyor; “aşk
bir dengesizlik işidir” diye haykırıyor.
Efkarlı bir okuyuşu var sanatçının… Şarkının yine aklımda
okunduğu bir gün ‘efkar’ kelimesinin ‘fikir’in çoğulu
olduğunu öğrenmiştim. Şimdi her şey yerli yerine oturdu demiştim kendi kendime.
Bir meselesi var Müslüm Gürses’in,
boş değil... Mesele edinmek derin bir kelime. “Neyi arıyorsan sen o’sun” demiş Mevlana. Yine, “Allah katındaki yerini bilmek istiyorsan, seni dünyada nerde kullandığına bak” denilmiş. Kişi, meselesi kadardır demek ki. Şimdi
çevremize bakıyoruz, kiminin meselesi para kazanmak olmuş, kiminin futbol,
kiminin alışveriş, bazısının da en büyük meselesi kimin kime şehvetle baktığı
olmuş. Nitekim herkesin hakkında konuşurken gözlerinin içinin parladığı bir
meselesi var. Bu meseleyi hak davaya bağlamaktır belki de tek mesele diyorum,
yine kendi kendime, ve yine Müslüm Gürses dinlerken.
İnsan mesele edindiği dertlerle
biçilir, neyden mesel getiriyorsa o kadardır.
İşte Müslüm baba bu edayla bir başka şarkısında “benim meselem derin mesele”
diyor. Öyle gündelik telaşlara, gelip geçici zevklere benzemez, derin bir
mesele bu diyor. Ve okuyuşuyla, dertli duruşuyla, her haliyle meselesini
anlatıyor; tıpkı olması gereken gibi…
“Meselem” parçasının nakaratında
yükseliş var, duygusal şarkılar gibi yavaş ilerlemiyor. Hem dertliyim diyor,
hem ara ara bu derdinden neşelenip sesini yükseltiyor; demek ki Müslüm baba
kendini buluyor meselesinde. Derdinden memnun, neşeye kapılıyor, “neyi ararsan
sen o’sun”a atıf yapıyor bu haliyle:
meselem alın yazım gibi meselem
kırık sazım gibi meselem
iki gözüm gibi meselem
meselem bir sevda türküsüdür meselem
aşkımın öyküsüdür meselem
yeryüzü gökyüzüdür meselem
Şarkıda kaç kez meselem diyor bilmiyorum. Küçük çocukların
her oyuncağa “benim, benim” deyişi gibi, Müslüm baba “benim” meselem diyor,
defalarca. Sahiplenmiş derdini, en ala dermanı getirseler benim meselem, iki
gözüm gibi meselem diyor, “değişmem”
“Kırık sazım gibi
meselem” sözü de özellikle anlamlıdır. Bir yandan anlatıyor, biryandan da sazım
kırık olduğundan tam anlatamadım demek istiyor sanki. Devamında bu tam
anlatamadığı ama anladığımız kadarıyla sevdiği meselesi için “yeryüzü
gökyüzüdür” diyor. Yerdir-göktür, üsttür-alttır, her yerdir, artık Müslüm
Gürses kalmamıştır ortada, o meselesi olmuştur; yine, olması gerektiği gibi…
Yorumladığı şarkıları tam anlamıyla ‘yorum’luyor Müslüm
Gürses, şarkıyı ‘söyledi’ demek eksik kalacaktır o yüzden. Duruşuyla, tavrıyla
da okuyor şarkıyı, bazı şarkıların yorumu bizzat o oluyor. Türkiye'nin bu en büyük yorumcusu şarkıya
başlarken "okumaya çalışayım" diyor bir yandan da. Bu kadar sevilen,
dinlenen, sahiplenilen birisi olarak mütevazı olması için belli bir kemal
yaşamış olması gerekir. Bu olgunluğu gösterdiği için de kendisine ‘baba’
deniliyor; bir büyüklük davası olmadığı için ‘büyüksün baba’ deniliyor
ardından.
Her söylediği şarkının sözleri ayrı ayrı yorumlanabilir. Bir
şarkısının daha sözlerinden bahsetmem gerekiyor ama. Adı anılınca akla gelen
şarkılarından bir diğeri de “yakarsa dünyayı garipler yakar” olmuştur hep.
Dinleyip dertlenecek, dinleyip efkârlanacak, dinleyip de yerinde oturulmayacak,
harekete geçilecek bir şarkıdır bu:
tanrım bu dünyayı başka kim yakar/ yakarsa dünyayı garipler yakar.
Bu sözlerin ardından
Ebuzer’in “aç sabahlayıp da
topluma kılıç çekmeyene şaşarım!” sözü geliyor akıllara. Malcolm x’in “biri
kalkıp da seni ezmeye çalışırsa onu mezara yolla” sözü. Ve diğerleri... Baskın güce karşı çıkan, özgürlüğünü isteyen, insanı
zaptetmeye çalışan kim ise onlara haddini bildirmeye niyetlenenlerin sözüdür
bu; Müslüm Gürses’in dilinden bir şarkı olarak dinliyoruz sadece. Tüm garipler
için söylüyor şarkısını; haksızlığa karşı bir başkaldırış, ümitsizliğe karşı
isyan oluyor sözleri.
Müslüm
Gürses’in sahiplendiği babailik temsili, sensiz olmaz ile, benim meselem ile,
yakarsa dünyayı garipler yakar ile ve diğerleriyle kulağa geliyor, fikre ulaşıyor.
Yine şarkılarında ilerledikçe bu fikir çoğul haline, ‘efkâr’a dönüşüyor, bizi
asıl yaralayan yönü de bu oluyor sanatçının. Süperstar, megastar değildir bu
yüzden, ‘baba’dır. Meselesiyle, isyanıyla, babailik’i getirir aklımıza.
Üç
şarkısından bahsettim ama sözü gereksiz yere uzatmış olabilirim. Bir klibini
izlemek yetecektir benzeri duygulara kapılmanız için. Haydar haydar şarkısını
yorumlayışı, Sezen Aksu ile Sebahat abla dueti, enbe orkestrası ile kalbim’i
söyleyişi, hepsi ayrı ayrı güzeldir. Dilim dönmüyor ifade etmeye, kaldı ki
notaların oluşturduğu ahenk kelimelerle anlatılmıyor, farklı yerlere tekabül
ediyor.
Yine bir hayranının konuyu özetleyen, bu yazıya bedel az ve
öz sözü ile bitireyim:
“hep söylüyorum, lafı
uzatmaya gerek yok, iki kelime; müslüm baba.”
kübranur ayar
Babailik ve isyan cumlesine gelince aklimda bir soru uyandi; evvelinde beni bu soruya ulastiran etmenler ise yukardaki Ebuzer, Malcom X'in sozu ve olmayanlardan ise Hz. Ali ve Hz Omer zihnimdeki temslleri...
YanıtlaSilIslam toplumu gecmisinde toplumsal ayaklanmayla devrim vb bir sekilde yonetimi ele gecirme ve kendi duzenini kurma seklinde bir olay vuku bulmus mudur? Yahut mevcut yonetimi egale etme vb olaylar vuku bulmus mudur?
Bati ulkeleri temsili bir halk devrim olmus mudur? Dogu toplum ve zihniyeti buna musait midir? Gok ne verirse Yer onu kabul etmemis midir? Topragin mulkiyeti hep Devleti Ala'ya mahsus oldu. Dogu toplumlarinda devlet tanrisal bir guce sahip degil mi? Asya tipi uretim tarzi islam dunyasinda ayaklanmayi ve devrimi uygun kilmamis olabilir mi?
Avrupa'da derebeylik duzeni varken lokal toprak agaligi ve dukluk'ler vardi. Dogu'da ise toprak mulkiyeti olmadi uzun zaman.
Bati toplumu benzeri ayaklanmalarin Anadolu ve Arap cografyasinda olmasi mumkun mudur?
Bugun ku Arap bahari, gercekten bahari getirmis midir? Gercek anlamda Fransiz devrimi benzeri bir Arap devrimi gerceklesebilir mi bu cografya'ya yoksa, Toplumun duzelmesi cesitli cemaat ve vakiflarin bireysel bazda insanlarin ihyasi ile mi mumkundur? Peygamber bir devrim mi yapmistir? Yoksa bireysel bazda insanlari Hak'ka ve Hidayete davet ederek mi bir Islam devleti kurmustur?...