• Televizyon ve Rol Model Kalıplar

    koray demir

    Televizyon hiç şüphesiz modern çağın kitle iletişim araçları içinde en başarılı olanı...

  • Sosyal Medya ve Dijital Ayak İzimiz

    tolgahan osmanoğlu

    Sosyal medyanın hayatımıza bu denli girdiği günümüzde, gündelik hayatta attığımız her adımı paylaşma ihtiyacı duyar olduk...

  • Unutmak Mümkün Değildi Unutmamak İçin Yazdım

    bilge dilek yıldız

    Ben artık diye başlayan her cümle içinde değişimi barındırır...

  • Ölüm

    nasuh numan

    Her canlı ölümü tadacaktır.*Ankebut 57*

  • 05:50 Uykusuzlukla Hiçbir İlgisi Olmayan Kamu Spotu

    cansu şengün

    Kırılıp döküldüğün anlardaki maskeni yırtmamaya ne dersin?

  • Üç noktalar koymaz bana

    handan güler

    Yıllar rüzgâr gibi geçse de kalbime konukluğu geçmeyen dostlarımdandı.

aybike tuba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aybike tuba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sizlere iki sorum var


 
Değerli okurlarım, 

Bu yazıyı okumadan önce aşağıdaki iki soruya cevap vermenizi rica ediyorum. Ancak , salt mevcut bilgilerinizle ve soruyu okuduğunuz an cevap vermeniz gerektiğini eklemek istiyorum.
 

1.Yasin suresini hangi zamanlar ve ne için okuyorsunuz?

2. Yasin suresinde ne anlatılmaktadır?
 

Bu yazıyı, yapılan bir araştırmanın sonuçlarını incelediğimde, yaşadığım şaşkınlık ve üzüntü üzerine yazmaya karar verdim. Ama öncelikle Yusuf İslam'ın oldukça manidar bulduğum bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum.

"İslamiyetten önce müslümanları tanısaydım, müslüman olamazdım"
 

İslamiyet, öylesine güzel bir din ki ve aslında bu dünyaya müslüman bir ailenin evladı olarak gelmek öylesine bir şans ki; kolay elde edilmiş olan herşey gibi; o da değerinin farkedilememesi ile cezalandırılıyor. Eğer müslüman bir aileye doğmuşsanız, otomatikman müslüman olacaksınız demektir ki; bu, Kur'an-ı Kerim'i çok uzaklarda aramak zorunda kalmayacaksınız anlamına gelir. Çünkü her müslüman ailenin evinde en az bir adet bulunur bu kutsal kitap. Ne büyük bir şanstır bu esasında. Ama ne var ki; insanoğlu, sahip olduğu değerlere hep hoyrat davrandığı için olsa gerek; çoğu müslüman evladı da, bu mucizevi kitabı öğrenmeyi ve müslüman olmayı, namaz surelerini ezberleyip, perşembe geceleri ve cenazelerde Yasin okumaktan ibaret sanmakta.
 

Benim uzun süredir gözlemlediğim ve üzerinde düşündüğüm bu konu üzerine yapılan bir araştırmanın sonuçları, durumun vehametini çok açık bir şekilde ortaya koymakta. Araştırmaya göre; Kuran 'da en çok okunan sureler, Yasin, Mülk ve Vakia.
 

Kuran'ı neden okuyorsunuz diye sorulan sorulara verilen cevaplara baktığımızda ise oranlar şu şekilde karşımıza çıkıyor; cevap verenlerin %89'u ölmüş anne babasının ruhuna göndermek için, % 8 i benim de anne babama okur musun diyen yakınları için, % 2 si de kırk bir Yasin okunurken takip edenlerden oluşuyor. Kuran'ı anlamak için okuyanların sayısı sadece %1.
 

Yapılan başka bir araştırma ise; ilahiyat fakültesinde okuyan 267 kişi üzerinde yapılmış. Sorulan, "İlahiyat fakültesinde Kur'an mealini baştan sona okudunuz mu?" sorusuna, ankete katılanların verdiği cevaplar incelendiğinde ortaya çıkan sonuç çok düşündürücü, zira; sadece %38,9 u okudum cevabını vermiş. Çarpıcı olan bir diğer sonuç ise; evet cevabını vererek bu %38’lik oran içine giren öğrencilerden sadece üç tanesi Kur'an mealini birden fazla okuduğunu belirtmiş.

Kur'an- ı Kerim'in bir kez okumakla anlaşılamayacağı gerçeğinin yanı sıra, Kur'anı öğretmek üzere mezun olacak bu öğrencilerin bu durumda olmaları islamiyet ve müslümanlık için çok endişe verici.
 

Kur'an beni öylesine hayrete düşüren bir kitap ki ; bazen bu kitap için yeterince çaba sarfetmetmediğim için kendime kızmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Kur'an bize geçmiş, gelecek her türlü konuda bilgi vermekte ve henüz bilmediğimiz ve açıklanmamış sırları ayetlerinde apaçık gösterdiği halde yanlış ya da eksik yorumlayabiliyoruz. Örnek verecek olursak;
 

Neml suresi der ki;

"Dağları görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)." (Neml Suresi, 27/88)
 

Yasin suresi 40.ayette ise;

“Ne Güneş Aya yetişir, ne gece gündüzü geçer. Hepsi bir yörüngede yüzer, gider.” denmektedir.


Ve, Enbiya suresinin 33.ayetinde,

“Geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ayı yaratan da O’dur. Bunların herbiri bir yörüngede yüzmektedir.” denir.
 

Oysa Kuran yeryüzüne gönderildiğinde ne dünyanın yuvarlak olduğu, ne de kendi etrafında döndüğü bilinmekteydi. Bilim ilerledikçe bulmacadaki boş kareler yerine oturtuldu ve Kuran'ın verdiği mesajların şifreleri çözülebildi. Kim bilir daha nice bilmezliğimizden mütevellit eksik, yanlış yorumlamalarımız var ve kim bilir birgün Kur'an ın bize şuanda elimize aldığımızda dahi söylemeye çalıştığı şeyleri, sırları başka yollardan çözdüğümüzde anlamış olacağız. En azından bu inanılmaz kitabı gelişmişliğimiz yettiği kadarınca anlamaya çalışsak ne kadar farklı bir dünyada yaşıyor olurduk belki de.
 

Yazımın başında sorduğum iki sorudan ikincisinin cevabını naçizane bilgilerimle cevaplayıp huzurunuzdan çekiliyorum efendim.
 

Yasin suresi toplam 83 ayetten oluşan ve bizlere, ilk üç ayette Kuranın niçin gönderildiğini, devam eden 29 ayette Allah'ı ve islamı insanlığa anlatırken daha önceki resullerin başına gelenler, Hz Muhammet'in görevinde yapması gerekenler ve inanmayanların başına gelmiş ve gelecek hadiselerden bahsederek, 33.ayetten itibaren, Allah'ın varlığını işaret eden evrendeki tüm olan bitenden bahseden ve sonunda da Allahın varlığının ve birliğinin altını çizerek "hepiniz O'na döndürüleceksiniz" diyen, uzun ve oldukça hikmetli bir suredir. Tabii, anlayana, anlamak isteyene.
 

Sevgi ve merhametle kalın.
 

aybike tuba
  • Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52:1(2011), syf. 157


Devamı

Âşık değildi! Sadece çok açtı!




O’na baktım! Uzun uzun inceledim. O da bana bakıyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Anlamaya çalıştım. Onunla ilgili öğrendiğim akıl almaz gerçeklerin nedenini anlamaya çalışıyordum. Gözleri anlamlı bakıyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Daha da iyi tanımak için onunla ilgili bilgi toplamaya devam ettim. Ona dair ne öğrenirsem öğreneyim, daha fazla şaşıramazdım artık. Sonra vazgeçtim! Farklıydık! Ben bu dünyaya dişi olarak geldim diye onu anlamam gerekliliği gibi bir zorunluluk yoktu. Bunu da anlayınca gerçekten vazgeçtim! Farklıyız, farklı cinslerden varlıklarız.

Ama dedim kendi kendime, niçin? Nasıl bir anlam vardır bu tuhaf davranışın altında? Ama yok! Çıkamadım işin içinden.

Baktığım varlık tuhaf yaratılışlı, kendine özgü bir yüz, gözler ve kollara sahip. Hep bir yakarış var hareketlerinde. Ciddi bir yakarış! Öyle ki; bazı anlar kollarını havada iki yana açıp adeta dua ediyor. Yiyecek mi istediği? Aşk mı?

Hayır! Gözlerinde Aşk yoktu! Açtı… Acıkmıştı…

Lakin tüm benliği var olmak için, yola devam etmek için, kendinden bir parçayı yeryüzünde bırakmak için yanıp tutuşuyordu.

O halde; bu iki şeyi bir arada halletmeliydi! Ya da asla âşık olmamalıydı! Aşk, onun doğasında yoktu!

Onu ilk gördüğümde bir çekirge sandım. Değilmiş… Sonradan anladım. Onu çekici bulan bir erkek, ona doğru yaklaştığında hınç dolu gözlerini gördüm. Karşısındaki erkeğe baktım bu kez!

İlginçti gördüklerim. Nasıl bir arzuydu ki bu, o korkunç gözlere rağmen karşısındaki dişiye doğru adeta koşuyordu. Dişi mağrurdu! Hem mağrurdu, hem daha cüsseli! İzlemeye devam ettim. Ta ki o anı görene kadar! Göz kapaklarımı saniyenin dörtte biri bir hızla kapatıp açtığımda, kafası ve bacakları artık yoktu! Artık kendisine ait olmayan kafa ve bacakları, yakın çevresinde gözlemlenemediği halde ki; muhtemelen artık dişinin midesindeydi; hala muhteşem bir azimle, o da, karşısındaki ile aynı dürtü içinde varlığını sürdürmek için gerekeni yapıyordu.

Onlar peygamberdeveleri idi! Çekirge değil! Ama çiftleşirken erkeğini yiyen bu dişiyi ikinci kez izlediğim gün artık şu gerçeği de öğrenmiştim. Yeryüzünde zevk için, aşk için çiftleşen sadece iki tür vardı: yunuslar ve insanlar… Aşkı bulmanızı ve hakikatle, tene ten, cana can olacağınız kutsal anlara sahip olmanızı temenni ederek; yeryüzü ve yaradılış meraklısı bir meftun olarak siz değerli okurlarla, bu merakım sayesinde öğrendiğim yüzlerce ilginç yeryüzü bilgisinden sadece bir kaçını paylaşmak isterim.

Çekirgelerin kulakları dizlerinde, devekuşlarının gözleri beyninden büyük, aslanlar günde elli kez çiftleşecek güce sahip iken; dişi örümcelerin de erkeklerini çiftleştikten sonra yediğini, sivrisineklerin sadece dişilerinin insanları ısırdığını, sığırların dört adet midesi olduğunu, pırlantanın aslında kömür olduğunu, hapşırdığımızda çok kısa bir an için tüm vücut fonksiyonlarımızın durduğunu, gözlerimizin hiç büyümediğini, insanoğlunun damarlarının uzunluğunun 150 bin km.güneşin dünyaya uzaklığının ise 150 milyon km.ye eş olduğunu, dünyanın en büyük hayvanı mavi balinaların boyunun, bir NBA basket sahasından daha uzun olduğunu, hayvanların en hızlısının çitalar olduğunu, çitaların gözlerinden akan siyah çizgilerinin hızlı koşabilmeleri için oraya yerleştirildiğini, denizatlarının erkeklerinin doğum yaptığını, kırkayakların aslında 40 adet ayağı olmadığını, kadınların 24 saat içinde ortalama bir erkekten 4000 kelime fazladan kullandığını, insan vücudundaki en sert yerin diş minesi, en güçlü kasın dil kası olduğunu, atların ayakta uyuduğunu, eşek arılarının bal üretmediğini, bir bitkinin, iyi bakıldığı takdirde sonsuza dek yaşayabileceğini ve Yunuslar ve balinaların aşk ve diğer birçok beşeri duyguya benzeyen hislerle intihar ettiklerini biliyor muydunuz?

Aşk ve muhabbetle kalınız..

aybike tuba




Devamı

Kanuni Ölmedi Desem?



Kanuni ölmedi desem! O canlı olarak görülebilir desem! 

Gerekli gereksiz bir sürü şeye üzülürken, ya da gereksiz şeyler için çaba sarfederken bu dünyaya, aslında niçin geldiğimizi unutup sahilikten uzaklaşıyoruz. Bu dünyaya gelme nedenimiz; öğrenmek,bilmeye çalışmak ve yüksek bilince varmak olabilir mi? Neden olmasın?
Öğrenirken dikkatimiz dağılsın diye bilumum hedeften uzaklaştırıcı uyaran konulmuş olamaz mı yaşam alanlarımıza? Neden olmasın? Doğru uyaranları almak ,yanlışlara kayıtsız kalmak zor olmasa niye varolacaktı ki bu meşakkatli dünya yolculuğu…
Bilim adamı denince zihnimizde hep o meşhur resim canlanır çoğumuzun. Dilini muzipçe dışarı çıkarmış saçı başı dağınık çılgın adam! Bilim adamlığının logosu gibi gelir bana bu resim. Bazı ürünler ,kişiler, durumlar özelde bir mefhumu temsil edecekken bir anda genel bir anlam yüklenilirler. Tıpkı kağıt peçetenin artık Selpak’a dönüşmesi gibi..”Hey! Arkadaşım selpağın var mı?” Peki bu söyleme yabancı olan var mı?
Velhasıl efendim bu çılgın resimdeki dağınık gri saçlı şahsiyet Einstein, fıldır fıldır gözlerle sanki “ben çözdüm, ben çözdüm ama size anlatamadan göçtüm” der gibi gelir bana nedense! Einstein, Mevlana’nın o ünlü sözündeki duruma maruz kalmıştır bir nevi… O anlatmıştır anlatmasına da, anlattıkları bu gündelik keşmekeşle meşgul dünya sakinlerinin anladığı kadarıyla kalmıştır.
Einstein L=T demiştir sayın okurlar. Yani demiştir ki; zaman, uzunluğa eşittir  ve der ki; zaman bir ilizyondur! Einstein zamanı uzaysallaştırmıştır ve zamanın 4.boyut olarak ele alınması gerektiğini savunmuştur.
            Buradan yola çıkarak şunu savunmuştur; zaman, iki unsurla ilintilidir.HIZ ve KÜTLE ÇEKİMİ… Bir cisim hızlandıkça  ve çok büyük kütlelere sahip cisimlerin civarında iken zaman yavaşlar.
Takdire şayan bu Alman bilim adamını, nacizane bir de ben  tebrik ederken,bütün bu yıllar süren çalışmalar sonucunda ancak 1900 lü yıllarda ulaşılmış bilgilere, kendi fikrimce yeryüzündeki en entelektüel, en matematiksel, tüm bilgileri barındıran en büyük ve en ilerilikçi kitap Kur’an-ı Kerim ‘de 1400 yıl önce değinildiğini belirtmek isterim.
Nerede ve nasıl mı?Biraz inceleyecek olursak;

Mekke döneminde  indirilen ve 44 ayetten oluşan Mearic Suresi’nin 4.ayeti der ki;

“Melekler ve Ruh, süresi elli bin yıl tutan bir günde ona yükselip çıkarlar. “
Yine Mekke döneminde 30 ayet olarak indirilen Secde Suresi’nin 5.ayetinde der ki;

“Gökten yere kadar bütün işleri o düzenleyip yönetir, sonra bu işler, sizin hesabınıza göre bin yıl kadar olan bir günde O'na yükselir.”

Bu ayetlerde hızlı bir şekilde “yükselme”  sırasında zamanın daha yavaş akdığını,,bizim algıladığımız zamanın gerçektekinden çok daha hızlı olduğunu açıkça belirtilmiştir.

Zamanın kütle çekiminden etkilendiğine işaret eden ayet ise; büyük bir kısmının Mekke’de indirilmiş olduğu sanılan 78 ayetten oluşan Hacc Sure’sinin 47. ayetidir;

“Bir de senden acele azap istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. “ 

Bu ayeti iyice irdelediğimizde “RABB KATI” nın çok büyük kütlesinden mütevellit, zamanın O’nun katında yavaşladığı sonucunu çıkaramaz mıyız? Zira Kur’an ,sürekli Allah’ın ululuğundan ve sonsuz muktediriyatından bahsetmemiş midir?

Şimdi tekrar günümüze dönelim.

Efendim bilim adamları hepimizin artık ezberlediği gibi diyorlar ki; ışığın da bir hızı vardır ve bu hız;saniyede 300.000 km.dir.
Sonra gel zaman git zaman Güneş’in ışınlarının 8 dakika geriden dünyamıza ulaştığını, ardından foton denilen muazzam enerjiyi, ardından kuazar adını verdikleri en yakını 3 milyar ışık yılından ötede yıldız görünümlü radyo dalgalarını, ardından da güneşten sonra dünyamıza en yakın olan bir yıldızı keşfettiler.

Bu komşu yıldıza ALFA CENTAURİ ismini verdiler. Bu Alfa kardeş biraz utangaç! Çünkü sadece güney yarımküreden kendini gösteriyor bizlere ve ışığı bize tam 4,5 yıl sonra ulaşıyor.
İşte geldik zurnanın son deliğine! Alfa aslında  bize şunu anlatmaya çalışıyor olabilir:
”Zaman düz bir çizgidir ve her şey bu andadır.”

Bunu çok basitçe şöyle anlatabiliriz:

Bu Alfa kardeşin içinde yaşayan varlıklardan bir tanesi meraka düşüp “ŞU ANDA” dünyamızı oradan izlemeye kalkışsa ne görür sizce?

Bizim 4,5 yıl önceki halimizi görür.

O halde işi biraz daha ileriye götürelim mi?

“ŞU ANDA” siz bu yazıyı okurken sizden yüzlerce ışık yılı ötedeki bir yerden meraklı bir varoluşçu ,dünyamızın  Fransa’sına bakıyor olsa; Paris’in göbeğinde bir giyotinli idamı izliyor olabilecektir, yahut  bu yerden bir 200 yıl daha uzaktaki başka bir yerden Avrupa bölgesinde Almanya’ya  bakan başka bir meraklı, kuvvetle muhtemel  İmparator Şarlken’i etrafındakilere emirler yağdırırken görecek, ya da aynı meraklı İstanbul’a dikmişse gözünü, izlediği manzara Kanuni ile Hürrem’in saray bahçelerinde aşk-ı muhabbeti olabilecektir. İyi ama Kanuni ölmemiş miydi?
Peki Alfa’daki meraklı ile diğer uzak mekanlardaki meraklıların hepsi de bize “ŞU ANDA “bakıyor ve fakat farklı zamanları görüyorlarsa aslında ölüm de zaman da bir yanılsamadır diyemez miyiz?
Son olarak bilim adamlarının şu iddiasını da görüşlerinize sunarak huzurunuzdan ayrılıyorum.
“Uzayda ne kadar uzağa gidersek zamanda da o kadar geriye gideriz”             

Muhabbet  ve Sevgiyle Kalın..

aybike tuba


Devamı