Televizyon ve Rol Model Kalıplar



 

Televizyon 1930'larda insanoğlunun hayatına bir daha hiç çıkmamacasına girip yerleşti. Öyle ki aileden biri gibi oturma odalarımızın, salonlarımızın ve hatta gelişen teknoloji ile birlikte artık cep telefonlarımızın ayrılmaz parçası oldu. Ona evimizin en güzel yerini açtık, onu dantellerle süsledik, bozulmasın diye azami özeni gösterdik. Gel zaman git zaman bu ilişki tek taraflı olmaya başladı. O ne olursa olsun vermeye biz de ne verdiğine bakmadan almaya başladık. İlkin öyle değildi oysa televizyon ile ilişkimiz. Zaten kısıtlı olan yayın sürecinde eski alışkanlıklarımızın yerini almıştı. Ajansın resimli görüntülü halini veriyordu bize. Daha radyo denen o sihirli kutuya alışamadan televizyonun varlığı allak bullak etmişti zihinleri. İlkin tek tük evlerde, sonradan tüketim çılgınlığının da verdiği güçle biz neredeysek orada yer almaya başladı. Artık o bizleri değil, bizim ona verdiklerimiz ile o bizi izlemeye başlamıştı.

Televizyon hiç şüphesiz modern çağın kitle iletişim araçları içinde en başarılı olanı. Aynı anda bir çok insanı o camdan kutunun önünde toplamak imkansız iken, bir spor müsabakası, bir canlı yayın ile bunu başarmak çok sıradan bir hal aldı artık günümüzde. Esasında televizyon sinema ile ikame edilebilecek gelip geçici bir alışkanlık olarak hayatımıza girerken, günümüzde hemen hemen her aşamada onunla içli dışlı olmaya başladık. Eğlenceden, pazarlamaya, sağlıktan, spora bugün bir çok sektör için televizyon bulunmaz bir nimet. Öyle ki görsel ve işitsel uyaranların aynı anda insanlara etki etmesinin temelinde yatan güç televizyonu güçlü kılıyor. Ucuz ve erişilebilir olması da bu gücüne güç katıyor. Tüm bu özelliklerini çok çok iyi değerlendiren toplum mühendisleri de elbette televizyonun kitleleri etkilemek için ne denli önemli bir araç olduğunun farkında. Ve bu farkındalık ile aklımıza dahi getiremeyeceğimiz komplolar düzenliyorlar bilinç altı benliğimize.
Televizyon alışkanlığı modern insanlığın en sık görülen hastalığı. Televizyonun sadece iletişim aracı olmaktan çıkıp bilgilendirme ve eğlendirme imkanları sunması bu anlamda kendisine ayrıcalıklı bir yer edinmesine yol açtı. Jacques Seguela’nın yerinde söyleyişi ile, televizyon artık, insanların günlük gevezeliği haline geldi.[1]

Televizyon hemen hemen tüm toplumlarda en etkin hikaye anlatma aracı haline gelmiştir. Kendi köyümüzden tutun da, dünyanın hiç bilmediğimiz coğrafyalarına kadar her yerden, her insandan  hikayeler, bir çok kanaldan sürekli olarak, evimize konuk olmaya başlamıştır. Yalnız hikayeleri anlatıcıdan bağımsız düşünemeyeceğimiz gibi, televizyonu da bize anlattıklarından bağımsız düşünemeyeceğimiz bir konuktur bu. Televizyon, anlattığı bu hikayelerle birey yapısının en derin noktalarına nüfuz ettiği toplumlarda “televizyon birey”in meydana gelmesini sağlayarak “televizyon toplum”u oluşturmaktadır. Böylelikle televizyon, temel özelliklerini kendisinin belirlediği bireyler ve toplumlar oluşturma iktidarına sahip görünmektedir. Böyle bir bireyin ve bu tür bireylerden oluşan bir toplumun grupları, davranış biçimleri, etkileşim süreçleri, kurumları, kültürü ve nihayet değerleri tamamen televizyona atfedilmiş ya da doğrudan doğruya ondan kaynaklanmış olacaktır. Bu toplumun bireyleri televizyon ekranında görünen kişiler gibi davranmakta, televizyon diliyle konuşmakta, televizyonun belirlediği gündemi izleyerek televizyonun değer diye nitelediklerini sahiplenmektedir. Elbette bu durum bilinçli bir durum olmaktan uzaklaşmıştır. Televizyon ile birlikte özel yaşam kavramı da esnekleşmiştir. Bireye ait olanla topluma ait olan birbirine geçmiştir; çünkü televizyonla birlikte herkes, aynı özel yaşamın özneleri haline gelmekte, aynı mahremiyeti (!) paylaşmaktadır. Bütün bireyler, tek tip bir yaşam biçiminin içinde, tek tip bireyler olarak yaşamaktadırlar. Televizyon enformasyonu, herkese eşzamanlı olarak iletir. Sır saklamaz, ifşa aracı rolünü ısrarla sürdürür. Tabi bahsettiğimiz aynı mahremiyetin bütün toplumda paylaşılması durumunda, mahremiyetin ne kadar mahremiyet olacağı, televizyonun anlam dünyasını değerlendirebilmek için oldukça dikkat çekicidir.[2]

Televizyon ve Türkiye
Türkiye açısından baktığımızda da durum ilk başta anlattıklarımızdan çok farklı değil. 80’ler sonrasında hızla değişen ve gelişen toplumsal dinamiklerde televizyonun etkisi hat safhada. Bu anlamda televizyon kitlelerin etkileşimi noktasında iletişim görevinden daha fazlasını ifa etmiş durumda. 90’lardan sonra özel televizyonların da sektöre girişi ile yayın içerikleri ve serbestisindeki artış bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Devlet eliyle tek taraflı yapılan yayıncılık zihniyetinin getirdiği baskıcı üslup her ne kadar özel yayıncılık anlayışı ile son bulsa da, yeni yapılan programların içeriklerinin toplum tarafından adı konmamış kalıpları yıkması o gün için ufak çaplı sıkıntılar olarak görülmüştür. Zamanla bu tarz yayınlar karşısında izleyicinin tutum ve davranışlarının da yayın içeriği ile aynı yönde evrimleşmesi kötü yayıncılık anlayışını bertaraf etmiş gibi görünse de, 2000’li yılların Türkiye’sine şiddet, cinsellik, güç ve ihtiras temelli sorunlar yumağını miras bırakmıştır.
Ülkemiz maalesef bir çok kötü rekorda olduğu gibi televizyon izleme konusunda da kötü bir rekora sahip. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan bir değerlendirmeye göre televizyon izleme oranın en fazla olduğu ikinci ülke ne yazık ki Türkiye. Günlük 4,5 saatlik televizyon izleme oranı ile Türkiye, ABD'nin ardından ikinci sırada. Aynı araştırmanın diğer çarpıcı sonuçlarına göre ise ortaöğretim çağındaki bir çocuğun televizyon ya da bilgisayar başında geçirdiği süre, okulda geçirdiği süreden çok daha fazla. Ülkemiz televizyonlarının yayın içeriğini şöyle bir göz önüne getirdiğimizde ise tablonun yıkıcı etkisi daha net ortaya çıkmakta.

Ülkemizde televizyon yayın ve içeriklerini düzenlemek ile görevli Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun yaptığı "Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması" nda öne çıkan bulgular ise şu şekilde sıralanmış[3];

- Hafta içi 3 saat olan televizyon izleme süresi %20.5’e, 2 saatlik TV izleme oranı ise %17.2’ye çıkmıştır.
- Hafta içi kadınlar 4,5 saat, erkekler ise 4,1 saat TV izlemektedirler.
- Hafta içi en çok TV izleyen yaş grubunun 41+ olduğu ve 4,5 saate ulaştığı görülmektedir.
- Hafta içi evliler 4,4 saat ile en çok TV izleyen grubu oluşturmaktadır.
- Hafta içi emekli ve işsizlerin 5 saat TV izlediği görülmekte, bu grubu ev hanımı ve çiftçiler takip  etmektedir.
- Hafta içi TV izleme saatleri incelendiğinde %70,9 ile 18:01-21:00 saatlerinin en çok izlenen saatler, %15 oranı ile 12:01-15:00 saatlerinin ise en az izlenen saatler olduğu gözlenmektedir.
- Hafta sonu erkekler 4,6 saat, kadınlar ise 4,5 saat TV izlemektedirler.
- Hafta sonu evlilerin 4,6 saat TV izlediği görülmektedir.
- Hafta sonu TV izleme saatleri incelendiğinde % 68,7 ile 18:01-21:00 saatlerinin en çok izlenen, % 14,8 oranı ile 09:01-12:00 saatlerinin ise en az izlenen saatler olduğu gözlenmiştir.
- Televizyon programlarının izlenme sıklığı verilerine bakıldığında %93,7 ile haberler, %86,2 ile yerli diziler ve %61,8 ile dini programlar sıralanmaktadır.
- Televizyonlarda yayınlanması istenmeyen program türleri sıralaması şu şekildedir: %63 ile kadın kuşak-izdivaç programları, %50,3 ile magazin programları ve %22,7 ile spor programlarıdır. 
- Eğitim düzeyi azaldıkça TV izleme oranının arttığı görülmektedir.

Yapılan araştırmanın sonuçları ironik bir yapıya işaret etmekte. Kısaca özetleyecek olursak;

- Televizyon izleme süresi gittikçe artmakta.
-Aile içinde eğitici ve düzenleyici bir rol üstlenmesi gereken kadınların televizyon izleme süresi erkeklere göre çok daha fazla.
- Ailenin bir arada olma imkanının olduğu belki de tek saat olan 18:00-21:00 saatleri televizyon izleme saatleri içinde ilk sırada.
- Televizyon izleyicisinin her türlü ihtiyacı için televizyonu tercih etmesi. Seçici izleyiciliğin azalması. Özetle televizyonda verilen her şeyin bir şekilde izleyici tarafından kabul görmesi.
- Televizyonda yayınlanmaması istenen program türlerinin rating sıralamasında üst sıralarda yer alması.[4]

Söz konusu araştırma ve sonuçlarını yazımızın ilk kısmındaki değerlendirmeler ışığında tekrar ele alacak olursak, Türkiye’de televizyon izleyicilerinin büyük bir çoğunluğunun, televizyonun verdiğini her ne olursa olsun belirli bir süzgeçten geçirmeden alma noktasında çok seçici davranmadığını söyleyebiliriz. Genel kabul gören rating değerlendirme raporlarında da görüleceği üzere televizyon izleyicilerinin tercih ettiği yayınlar magazinsel ve eğlenceye dönük içeriklidir. Herhangi bir eğitici değeri olmayan, toplumu belli kalıplar içerisinde yönlendirmeye iten diziler de bu iki içeriğin takipçileri tarafından kabul görmekte, onlar tarafından beslenmektedir.
Televizyon bugünkü toplumda hem bireysel, hem de toplumsal yaşamda kendisini gösteren en önemli ve merkezi bir kültürel kurumdur. Televizyon, iç çeliskilerle dopdolu, birbirinden bagımsız ve heterojen metinler üretmektedir. Dolayısıyla bütünlesmis ve tek bir televizyon metninden sözetmek olanak dısı hale gelmektedir. Televizyonun söylemi, izleyiciler için farklı ideolojik ve toplumsal konumlara dayalı olarak farklı iliskiler biçimi üretmektedir.100 Tüm toplum aynı televizyon söylemiyle karsı karsıya olmasına ragmen, toplumun kendisi farklı katmanlardan olustugu için bunları anlayıp yorumlaması da farklı olmaktadır. Televizyon ve kitle iletisim araçları tüm kültürü etkilemekle birlikte özellikle popüler kültür, kitle kültürü ve seyirlik kültür olarak adlandırılan üç kültür tanımında rol oynamaktadır. Toplumda yasarken gördügümüz, duydugumuz ve paylastıgımız seyler genelde toplumun popüler kültürüyle ilgilidir. Çünkü modern toplumda halk kültürü degil popüler kültür, yasadıgımız günlük hayatı olusturmaya baslamıstır. Ülkemizde gösterilen Asmalı Konak, Kurtlar Vadisi, Ekmek Teknesi, Gümüs, Ask-ı Memnu, Ezel vs. gibi bir çok dizi film de milyonlarca insanı televizyon basına toplamış ve bu dizilerde kullanılan mekanlar, aksesuarlar popüler kültürün bir parçası haline gelmiştir.[5] Bir anlamda bu diziler yukarıda açıkladığımız üzere toplumu yöneltme noktasında çok başarılı olmuşlardır.



Televizyon ve Diziler

Tüm dünyada televizyon ile en çok anılan yayın türü hiç şüphesiz dizilerdir. Diziler ülkemizde genellikle tüm aile fertlerinin bir arada ekran başında yer alarak takip ettikleri yayın türüdür. Diziler filmlere nazaran, daha uzun soluklu, arkası yarın tadında, olay ve konu örgüsünün her hafta değişip güncellendiği yapımlardır. Bu özellikleri ile izleyici zihninde yer edinen merak, korku, heyecan gibi duygulardan beslenerek izlenebilirliklerini arttırmışlardır.

Ülkemizde dizi sektörü TRT ile başlamış olup, özel televizyonların açılmasıyla birlikte 90’lı yıllardan sonra hızla atağa geçmiştir. Özellikle 2000’li yıllar ile birlikte yukarıda anılan dizilerin kendi seyirci gruplarını yaratarak, bu izleyicilerin hayatında ciddi anlamda rol model olduklarını düşünecek olursak, hikaye ve olay kurgusunda sektörün geldiği noktayı değerlendirmek mümkündür.

Türk toplumunun kitlesel olarak tanıştıgı ilk televizyon dizilerinden olan “Dallas” dizisi insanların fazla performans gerektirmeyen bir sürece bağlı olarak ulaştıkları görkemli ve pırıltılı yaşam biçiminin öne çıkarmış ve dizi, toplumların değerler dünyasını ve günlük alışkanlıklarını bu yeni hedefte dönüştürecek bir boyutu olusturmuştur. Dallas dizisi, benzerleriyle birlikte para ve onun sağladığı gücü her türlü ilişkiyi meşrulaştıran bir deger olarak ortaya koyan “yeni bir ahlak anlayısı” nı telkin etmiştir. Bütün aile değerleri, tüketim alışkanlıkları ve hatta toplumsal hayatın karakteristik iliski biçimleri bu yeni ahlak anlayısının görünür etkisine girmiştir.[6]

Yine son yıllarda ülkemiz televizyonlarında yüksek rating alan dizilerin içeriğine bakıldığında, yüksek standartlara sahip yaşam biçimi, parasal anlamda bir sıkıntı yaşamayan dizi karakterleri, bu karakterler arasında Türk ailevi yapısına uygun olmayan ahlak dışı ilişkiler, para ve lüks tüketimin bilinç altı öğeler olarak yüksek dozda sunulduğu yapımlar ön plandadır. Bu yapımlar içinde belli bir ahlaki tabandan yoksun, gerek dini gerekse ailevi boyut açısından son derece sakıncalı içeriğe sahip yayınlar maalesef popüler kültür yardımı ile aleni ve sıradan yayınlar haline gelmiş ve izleyicilerin sıklıkla takip ettikleri içerik haline gelmişlerdir. Her ne kadar toplumun büyük bir kesimi tarafından açıkca kabul görmese de, bu durum söz konusu yayın içeriğinin rating sıralamalarında üst sıralarda olmasını engelleyememiştir. Bahsi geçen yayınlar ile toplum üzerinde dezenformasyon yoluyla ahlaki çöküntü ve ailenin temelini hedef alan yıkıcı içerik bilinçli olarak izleyici ile buluşturulmaktadır. Elbette burada amaçlanan ahlaki çöküntünün boyutlarını sadece günümüz ile sınırlı tutmak mümkün değildir. Bir kuşağın bu yönde eğilimler ile edineceği bilgi ve birikim sonraki kuşaklara aktarılacağı için temel alınan esasında toplumun genelini ilgilendiren bir durumdur. Söz konusu bilinçli bombardımana maruz kalan bireylerin er ya da geç toplum içinde kendisini bu bombardımandan korumuş bireyler ile temas edeceği gerçeği bu yayınların en can alıcı noktasıdır. Bu noktadan bakacak olursak bilinçli olarak yapılan ahlaki sistemi bozmaya yönelik yayınlar bugünden çok yarınların ahlaki açıdan kokuşmuş ve düşük toplumunu inşaa etmeye yöneliktir.

Her ne kadar dizilerde yaşananların gerçek hayattan kesitler sunduğuna ilişkin öngörüler sektör içinde seslendirilse de, bir çoğumuzun temel algısı söz konusu diziler ile bizlere dayatılan hayat standartlarının olmasıdır. Bu standartların sürdürülebilir ekonomik bir güce dayanmaması, günü kurtarmaya yönelik, yarından çok bugünü yaşamaya odaklı çarpık bir düzeni amaçlıyor olması bizlere sunulan bu standartın ne denli kokuşmuş olduğunu anlamak için yeterlidir.

Cinsellik, para ve güç triosu arasında sıkıştırılmaya çalışılan bir neslin, dönmekte olan bu çarklardan kurtulmasına yarayacak en temel panzehir elbette vadedilen bu hayat tarzının büyük bir ütopyadan ibaret olmasını anlatabilmekle mümkün olacaktır. Çalışmadan tüketen, sevgiyi tanımadan aşkı yaşıyan, cinselliği sıradan bir insan ihtiyacı olarak gören ve her durum ve şartta ilişki boyutu gözetmeksizin meşrulaştıran bir anlayış, hem bizler hem de gençlerimiz için en büyük tehlikedir. Televizyon vasıtasıyla bu dayatmadan kurtulmanın en kolay yolu televizyon yerine gerçek hayatı ikame etmek değil mi ne dersiniz ?

koray demir


[1] M. R. Sirin, 1998, s.9.
[2] RTÜK Uzmanlık Tezi / Televizyon Dizilerinin Toplumun Milli ve Manevi Değerleri Açısından Değerlendirilmesi; Aşk-ı Memnu Dizisi Örneği / Hüseyin Tuğrul Oktay
[3] http://www.rtuk.org.tr/sayfalar/IcerikGoster.aspx?icerik_id=88e435c1-2a20-4956-92e0-6c3d295ca079
[4] http://www.medyatava.com/rating.asp
[5] Hüseyin Tuğrul Oktay, a.g.e
[6] İ. Dogan, 2009, s. 185-186.


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.