Merhaba
Sevgili Kalemşah sakinleri,
Biliyor
musunuz, hayat, çok farklı bir yolculuk. Dümdüz ve sıradan giderken her şey, aniden meydana gelen bir olay veya karşınıza çıkan bir yön tabelası bütün planları alt üst ediyor.
Ve o alt üst olma belki de insanı korkup sığındığı kendi derinliklerinden
çıkarıp daha başka dünyaların içine atıyor. İnsan zamanla yeni yeni yerler
görüp yeni insanlarla tanıştıkça yeni hayatların hayatına kattıkları ile
zenginleşiyor. Hatta öyle bir artış yaşıyor ki, eski yaşamındaki sevdiği
uğraşlara, burda duran Kalemşah’a, hatta kişisel bloglarına, hatta arkadaşlarına
zaman ayıramaz hale geliyor.
Anlayacağınız
ciddi bir dönemeçten geçmekteyim.Uzun ve yorucu bir meslek değiştirme
maratonundayım. Hala süren ve yoğunluğu kolay kolay dinmeyecek bir maraton
koşusu bu. Her şey rutine girene kadar yazılarıma devam etmek zor gözüküyor.
Ama bu gün bir vesile ile erkenden Kızılay'a gidip ardından avarece sokakları
arşınladığımdan olsa gerek neşem yerinde. Verdiğim molayı sizlerle hasret
gidererek taçlandırmak istedim ve kendimi buraya attım.
Bu sabah
09:00 sularında Kızılay'ın uyanışını seyretmenin verdiği enerji ile güne
gülümsedim. Mevsimlerin en güzelinin ilkbahar olduğu gibi günün en güzel
saatlerinin de sabah saatleri olduğunu düşünürüm.Tazeciktir, hafif bir
serinliği vardır, sıcağıyla bunaltmaz. Işığıyla gözü yormaz, temiz havası ile
nefesinizi açar.Tıpkı insan yaşamının en güzel yılları olan çocukluk ve ilk
gençlik yılları gibidir sabah saatleri. Çocukluğumda da en çok sevdiğim
zamanlar bu saatlerdi.
Aslında
bütün hayatımızın en güzel zamanlarını okullarda, işyerlerinde tüketiyoruz. Bu
sabah metro ile giderken gençlerin ve neredeyse 30 yaşına gelmiş ve
gözlerindeki fer sönmüş genç görünümlü insanların ellerinde kpss
kitaplarına gömülmüş olduğunu gördüm, üzüldüm.Öğrenci olmak varmış diyordum
sokaklarda dolaşan gençleri gördükçe, sonra Ankara Hukuk öğrencisi bir
arkadaşımı aradım nasıl gidiyor bahar dedim, Bahar kim ben 2 aydır evden
çıkmadım, ders çalışıyorum ve aldığım en yüksek not 37 deyince birden Hukuk
Fakultesinde çürüttüğüm yıllarım geldi gözümün önüne ve iyi ki o günler geçmiş
diyerek derin bir ohhhh çektim. Şimdi de bir ders dönemindeyim ama hiçbir okul
hukuk lisansı kadar zor ve yıpratıcı olamaz. Allah hukukta okuyanlara sabır
versin, tez zamanda mezun olsunlar da başkaca sınav zorluklarını aşmak nasip
olsun. Buraya nerden geldim, konu bu değildi ama işte insan en çok yaralandığı,
yıprandığı noktalarda tek kelime, tek bakış, tek öpüşte düşüyor bazen anıların
kucağına.
İşte
bugün işe gitmiyor, araba kullanmıyor olmanın verdiği neşe ve kolaylıkla hayatın
kıyısına çekildim. Dükkanların önlerinin itina ile yıkanışını, çiçeklerin gelen
geçene göz kırpışını, kuşların cıvıltısını, insanların işlerine doğru yol
alışlarını, tatil günü olması hasebiyle asık suratları memurların renkli
giyimleri ile Ankara’nın griliğini yırtışlarını izledim. Ve galiba 12 senedir
yaşadığım ve İstanbul gibi albenisi olmadığından ilk görüşte aşık olmadığım bu
şehre derin bir tutkuyla bağlandığımı farkettim. Ankara sabah ışıltısı ile
içime heyecanlar salmışken Mithatpaşa caddesinden,Sakarya caddesine
Kızılayın göbeğinden Karanfile, Olgunlara, Güvenparka dolaşıp durdum. Sevdiğim
şairlerden şiirler okudum. Buralardan çeşitli vesilelerle beraber yürüdüğümüz
arkadaşlar içimden resmi geçit yaparken bir simit kafeye oturup simit sandviç
menü aldım. Yani bildiğiniz çocukluğumuzun en güzel yiyecekleri olan domates,
beyaz peynir salatalık, marulun tost ekmeği şeklinde pişirilmiş simide çay
eklenmesi ile oluşan sağlıklı bir menü. Tabi her lokmada başka bir anının
kucağında sallandım. Bir İzmir’li olarak gevreğe simit denmesine karşıyım ama
Ankara simidini tek geçerim. İzmir’in gevreği başkadır, İstanbul’un da başka
ama Ankara’nın bambaşka.
Simidim
bitince yeni gelen çayım eşliğinde çantamdan çıkardığım Kadın Öykülerinde
Ankara kitabını okumaya koyuldum. Kah özlem kah hüzün dolu satırlar arasında
dolaşırken yüreğim, aklıma moroccom yani Kalemşah yazarlarından Adnan Söylemez geldi, mutlaka bu kitabı
okumalı diye düşündüm. Çocukluğu Ankara’da geçmişler için daha fazla şey ifade
edecek olan bu öykü kitabının kadın gözünden süzülmüş ayrıntılar barındırması,
usta yazarların kalemlerinden çıkan öykülerden derlenmesi sebebiyle keyifle
okunacağını sezdim ve buradan paylaşmak istedim. Geçen yıl kitap fuarından set
olarak almıştım bu kitabı, İzmir, İstanbul, Karadeniz de var ama ben doğduğum
şehirden değil doyduğum şehirden başlamak ve Ankarayı hissetmek istedim.
Öykülerdeki dile hakimiyete hayran kalıp okuma listeme yeni yazarlar ekledim.
Saat 11:00 e yaklaşırken kalabalıklaşan Kızılay görüntüsü zihnimi yormaya
başlayınca pılımı pırtımı toplayıp kendimi metroya attım. Yalnızlığı sevmediğim
gibi kalabalık da bana göre değil, bunu bir kez daha anladım. Metrodan inince
eve gitmek yerine yazdığı makaleye ara verip beni almaya gelen eşimi de yoldan
çıkararak Ankara’nın her gün daha da güzelleşen parklarından birine götürdüm.
Salıncaklı ve yeşillikle gölgelenmiş bir çay bahçesinde keyfime devam ettim. Ta
ki, çocuğu kurstan alma vakti gelinceye dek. Sonra oğlumu alıp eve giderken
seninle de gidelim diye dersten ve işten sıyrılarak kaçamağımı anlattığım
oğlumdan, ne gerek var ben sadece eve gitmek istiyorum cevabını aldım. Haklıydı
aslında, haftanın yedi günü dışarıda geçiyordu hepimiz için.Tabi bir de yeni
neslin herşeyi sanal yaşamasından kaynaklı olarak tabiata karşı farkındalık
geliştiremediklerini sezdim. Beni heyecanlandıran bu güzel havanın, yeşilin
oğlumda en ufak bir heyecan uyandırmadığını görüp üzülsem de milanes çocukları
denen 2000 sonrası nesil için normal bu durumu kabullendim. Tenis kursunun
saati gelene kadar evde duran eşim ve oğluma bu sefer ben evde durmak istiyorum
dedim. Onlar tenis kortunun yolunu tutarken bir çay demleyip yazının başına
oturdum.
Ohhhh
şimdi evdeyim ve pazartesi olana kadar dışarı çıkmak istemiyorum.
Ama insan
ara sıra yoruldukça hayattan, hatta yorulmaya fırsatı kalmadan kıyısına geçip
akan zamanın, şehrin kalabalık caddelerindeki akışı izlemeli, hayatlarını ölüme
taşıyan insanların boş koşuşturmacalarını görüp kendi uğraşlarını gözden
geçirmeli. Üzüldüğü şeylerin küçüklüğünü görüp bir mucize olan hayatın her
anını hissederek yaşamalı. Bunları kendisine yıllar önce genç yaşına rağmen
yaşanmışlıklarının etkisiyle bir bilge edasıyla anlatan Tahsin Ağbisi'nin o yıllarda sık
sık hatırlattığını anımsayıp geçmişten geleceğe gülümsemeli. Yaşama uğraşını
kendine çok da yük etmeden...Herkese yeniden merhaba... Ara sıra kendimi önceleme
fırsatım oldukça burada olacağım...Herkese Muhabbetle...
handan güler
Ankara'ya alışanlar için İstanbul başkasının çocuğu gibidir. Güldüğünde sevip oynamaktan zevk alacağın, ağladığında ise nerede bunun annesi babası diyeceğin.
YanıtlaSilAma Ankara öyle midir ?
çok güzel bir yorum :) eğlenilecek bir yer istanbul, evlenilecek yer de ankara galiba:)) ev fiyatları boğaz manzarası varmışcasına pahalı olsa da:)
YanıtlaSilAnkara her bahtı karanın görmek istediği bir sehir olmaktan uzaklasmisken,eski Ankarayı eski Ankaralılara hatirlatabilecek güzel bir fırsat olmus bu yazı..
YanıtlaSil