Sosyal medyanın hayatımıza bu
denli girdiği günümüzde, gündelik hayatta attığımız her adımı paylaşma ihtiyacı
duyar olduk. Adına yeni nesil sosyalleşme dediğimiz bu yöntemle, hemen her
halimizi paylaşma dürtüsü ile yaşıyoruz. Öyle ki artık çoğu kişi, sırf başkalarına
ne kadar sosyal olduğunu ispatlamak istercesine paylaşımın sınırlarını
zorlamakta. Arkadaşlarla sohbet etmek amacıyla gidilen bir cafede, mekânın
isminden, yenilen içilen şeylerin resmine kadar birçok şey bu uçsuz bucaksız
paylaşım denizinin içinde yüzen onlarca balıktan sadece birkaçı. İşin belki de
en trajikomik kısmı ise bu durumun gittikçe daha normal karşılanır olması. Meselenin
mahrem hayatın gizliliği ya da yeni nesil teşhircilik boyutu başka yazıların
konusu olarak şöyle dursun, artık herkesin cep telefonları ile erişebildiği
uçsuz bucaksız bilgi âleminde bu sınırsız paylaşımların akıbetinin ne olacağı
en büyük soru işareti.
Elbette günümüzde sosyal ağlar çoğumuz
için artık kişisel posta adresleri kadar olmazsa olmazlardan. Öyle ki
sosyalleşmenin bir başka yeni “trend mekanı” alışveriş merkezlerinde, aynı
masada oturup tek kelime etmeden telefonlarına gömülmüş onlarca manzara vardır
zihinlerimizde. Hatta çoğu kez de o sahnelerin bizzat oyuncusu olmuşuzdur. Bazen uzun cümlelere ayıramayacağımız vakitten
tasarruf etmek için, bazen arkadaşlarımızın o gün iş çıkışı nerede olacaklarını
kısa yoldan görebilmek için, bazen de kişisel paylaşımlarımızı kısa yoldan
birçok kişiye ulaştırabilmek için en kestirme yol sosyal ağlardan geçmekte. Peki,
hayatı bu kadar kolaylaştırmalarının yanında kişisel haklarımızı koruma
konusunda da aynı derecede kullanıcı dostu mu sosyal medya? Tek tuşla bir
fotoğrafımızı, o an ne düşündüğümüzü hatta koordinatlarımıza varana dek
yerimizi bildirebilen ve belki de en önemlisi bütün bunları isteğimiz dışında
depolayan yeni nesil “sosyalleşme oyuncakları” ne kadar masum?
Tüketim çağında tüketim toplumunun
bir parçası olarak en önemli ve değerli durumda olan bilgiyi de akıl almaz bir
hızla tüketiyoruz. Kuşkusuz bunda teknolojik gelişmenin paralelinde giderek
daha açık hal alan toplumun etkisi yadsınamaz bir gerçek. Artık daha az okuyor,
daha az dinliyor, daha az üretiyor ancak çok daha fazla tüketiyoruz. Bu tüketim
her alanda kendini göstermekte. Baş döndüren bir hızda değişen gündem ve
gündeme dair gelişen alt başlıklar takip edilmesi gittikçe zorlaşan dev bir
kartopu gibi üzerimize geliyor. Bu karmaşadan kurtulmak için kullandığımız
internet elbette en büyük nimet. Ancak mesele sadece takip etmekten çıkıp
olayları yorumlama ve irdeleme yoluyla konuya dâhil olma yoluna girdiğinde işin
rengi değişmekte. Masum görünen durum güncellemeleri ya da kişisel
paylaşımlardan tutun, “irtibatı koparmamak” adına bulunduğunuz ağlardaki her
türlü paylaşımınız siz sonradan silmiş olsanız dahi sizinle ilintili dipsiz
kuyularda depolanmakta. Konuyla ilgili ABD'nin
diplomatik belgelerini kamuoyuna sızdırarak pek çok başkentte infial yaratan
WikiLeaks sitesi kurucusu Julian Assange’a kulak verelim:
“Facebook insanların isimleri, adresleri, ilişkileri, konumları
birbirleriyle iletişimleri, akrabaları dâhil tüm kişisel bilgilerin olduğu,
dünyanın en büyük veritabanı. Hepsi de ABD'de toplanıyor ve Amerikan
istihbaratının erişiminde. Facebook, Google ve Yahoo!, hepsinin ABD istihbaratı
için entegre arabirimleri var. Siz Facebook'a bir arkadaş eklediğinizde bu
arabirim ABD haberalma teşkilatı için bedava iş yapıyor, kaydınız otomatik
güncelleniyor.”
Şüphesiz
bu konuda ilk akla gelen örnekler Facebook, Twitter, mikro blog siteleri vs. Ancak
hali hazırda internet üzerinde attığımız her adım “gerekli yerlerde gerekli
gözler” tarafından takip edilmekte. Belki de işin ürkütücü kısmı bu verilerin “ileride
nasılsa lazım olur” mantığı ile depolanması. Kişisel mail adresinizdeki sildiğinizi
sandığınız yazışmalardan tutun da, arama motorlarında gerçekleştirdiğiniz tüm
aramalara kadar uzunca ve kabarık bir liste bu “ileride lazım olabilecek”
veriler arasına girmekte. Belki buraya kadar yazılanları bir komplo
teorisyeninin uçuk bir önermesi olarak görebilirsiniz lakin konu ile ilgili
birçok makale halen internet üzerinde dolaşmakta. Artık istihbarat birimleri
konu ile ilgili konumlanmalarını daha açık bir şekilde belirtmekten
kaçınmamaktalar üstelik. Buna örnek olarak CIA başkanının zamanında Wired
dergisine verdiği demeç sanırım yeterli olur: “Bilgi gizli değil, tasnif dışı. Fakat bizim bu bilgiye olan ilgimizin
içeriği gizli. İstihbarat işinde açık istihbarat toplamanın garip yanı, bu işi
ne kadar iyi yaparsak hakkında o kadar az konuşabiliyoruz.” Aynı CIA’nin taşeron
Q-Tel firması üzerinden iş birliği ile Visible Technologies adı altında günde
yarım milyonun üzerinde sosyal ağ sitesini tarayabilecek bir teknolojik ortaklığa
gittiğini hatırlatmak sanırım faydalı olacaktır.
Örnekler
sadece CIA ile sınırlı değil elbette. Sadece Çin’de 200 milyon kullanıcıya sahip sosyal medya
platformu WeChat’in, insanların günlük hayattaki hareketlerini takip etmek için
istihbarat servisi tarafından kullanıldığı iddiası da gündemde kendine yer
bulan hadiselerden. Konuyu gündeme getiren insan hakları savunucusu ve bir
aktivist olan Hu Jia, isyan ve hükümete karşı kışkırtıcı eylem yapmak suçundan
3 yıl hapse mahkûm edilen bir isim. WeChat uygulamasının ilk yayına başladığı
günlerde güvenli olduğunu, fakat daha sonra yapılan güncellemelerle güvenlik
sorununun ortaya çıktığını belirten Hu Jia, kendisi aleyhinde delil olarak
mahkemeye sunulan ses kayıtlarının, WeChat platformu üzerinden arkadaşlarına
gönderdiği sesli mesajları olduğunu iddia etmekte. Jia, bu mesajların Çin’in iç
güvenlik bürosu tarafından kaydedildiğini söylüyor. Siber Güvenlik
başkanı Adam Segal ise yapmış olduğu açıklamada güvenlik zafiyetine sadece
WeChat’in sahip olmadığını, bilgi teknolojisi ve yazılım servislerin bu tip
güvenlik açıklarına sahip olabileceklerini belirterek, diğer sosyal medya
ağlarının da bu tip sorunları olduğuna dikkat çekti.
Yine bir başka örnekte ABD'nin savunma sanayi
devlerinden Raytheon'un geçtiğimiz günlerde sosyal medya ağları aracılığıyla
internet kullanıcılarını takip eden ve Riot ismi verilen bir yazılım
geliştirdiği ortaya çıktı. Bu yazılım, kişinin takip ettiği, abone olduğu
siteleri ve yaptıklarını takiple kalmıyor, bir de geleceğe dönük ve doğruluğu
kesine yakın tahminlerde bulunuyor. Guardian gazetesinin yayınladığı bir
video ile ortaya çıkan söz konusu yazılım, ABD hükümetinin elinde. Çünkü
şirketin de Amerikan hükümetiyle, yine internet üzerinde kişiyi tarassut
altında tutacak birçok ortak proje yürüttüğü biliniyor. Riot, 2010'da
başlatılan bir Ar-Ge projesinin önemli bir parçası. Bu proje, siber dünyadaki
trilyonlarca işlemi fark etme kapasitesine sahip bir ulusal güvenlik sistemi.
CIA'nın Virginia eyaletinde bulunan Açık Kaynak Merkezi'ndeki ekiplerin de yine
bu yazılım ve benzerleri sayesinde her gün sosyal medyayı tarayarak veri
topladıkları ve bu verilerin doğruluğunu araştırıp sınıflandırarak istihbarat
raporu haline getirdikleri belirtildi. Merkez'in twitter'da takip ettiği tweet
sayısının günde 5 milyona ulaştığı ifade edildi. ABD elçiliklerinde seçilen
bazı kişilerin de CIA'nın bu çalışması kapsamında görevlendirildikleri basına
yansımıştı. Bu noktada belki de en başta söylememiz gerekeni en sonda
söyleyerek konunun doğruluğunu perçinlemiş oluruz; Department of Homeland Security raporuna göre Facebook’un meşhur kurucusu
ve CEO’su olan Mark Zuckerberg, “CIA’in Facebook Program Yöneticisi” olduğunu
kabul etti. Bu anlamda açık açık paylaştığımız her şeyin esasında tam bir açık
istihbarat girdisi olduğunu unutmamak lazım.
ABD Başkanı Obama’nın, Beyaz Saray'da kendisini ziyaret eden
liseli öğrenci grubundan 15 yaşındaki bir gencin, "Gelecekte ABD Başkanı
olmak için neler tavsiye edebileceği" konusundaki sorusunu
cevaplandırırken, Amerikan gençliğini sosyal paylaşım ağlarına fazla kişisel bilgi
koymamaları yönünde uyarması durumun ciddiyetini gözler önüne sermesi açısından
önemli. Konu elbette sadece internet ile sınırlı değil. Kablosuz sağlayıcılar,
GPS navigasyonu, ATM ve kredi kartları, web siteleri, arama motorları, İzleme
kameraları vs. her şey nerede ne yaptığımızı ele veriyor. Ancak hiçbirisi
kendi elimizle kendimizi fişlememiz noktasında bu kadar hünerli değil.
Türkiye'de 34
yaşın altında 35 milyon internet kullanıcısın bulunduğunu ve bu kişilerin
internette Avrupa'dan üç kat daha fazla zaman geçirdiğini. Yine ülkemizin Facebook
kullanımında ilk 5'te, Twitter kullanımında ise ilk 10'da olduğunu düşündüğümüz
zaman konu ile ilgili hangi noktada olduğumuzu ya da olabileceğimizi sanırım
tahmin etmişsinizdir.
O halde “sosyalleşmeye ve
paylaşmaya” devam mı? Yorum sizin..
tolgahan osmanoğlu
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.