Arap Baharı; Tehdit mi Fırsat mı?




Ortadoğu coğrafyası, alışılagelen yoğun ajandasına 2011 yılı itibariyle yeni bir başlık açtı: “Arap Baharı”. Tunus’lu Muhammed Bouazizi’nin gördüğü haksız muamele karşısında kendisini ateşe vermesiyle başlayan olaylar, çok kısa zamanda büyük kitleleri etkisi altına alan bir halk hareketine dönüştü ve bugünkü adıyla anılmaya başladı. Anılan hareket sadece Tunus ile sınırlı kalmayıp Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde 20’ye yakın ülkede farklı sonuçlar doğurdu. Tunus, Mısır ve Libya; halk hareketlerinde başı çekip yönetim değişiklikleri ile göz önünde olsa da, Moritanya’dan İran’a kadar olan geniş bir coğrafyada farklı çapta protesto ve gösteriler ile etki alanını genişletti. Peki batı medyasının isim babalığını yaptığı bu halk hareketi gerçekten de söz konusu coğrafyaya baharı getirebilecek mi? Türkiye açısından ele aldığımızda bu yaşananlar tehdit mi yoksa fırsat mı?
Temel ve İktisadi Yapı
            Yaklaşık 14,5 milyon km2’lik yüzölçüme ve 400 milyona yaklaşan nüfüsa sahip Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ülkelerinin ekonomisi, genel anlamda sanayi üretiminden çok yeraltı zenginliklerinin satımı ile elde edilecek gelire dayanmakta. Bu anlamda bölgeyi petrol ihraç eden ve petrol ithal eden ülkeler olarak iki başlıkta inceleyecek olursak[1], ihracatçı ülkelerin ithalatçı ülkelere göre cari işlemler dengesinde ve parasal büyüme rakamlarında daha önde olduğunu görmek mümkün. Ancak petrol ihracatçısı ülkelerin gelir kalemleri içinden petrol ve türevlerini çıkardığımızda bu alandaki göreceli üstünlüğünü ithalatçı ülkelere kaptıracağını söyleyebiliriz.[2] Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre nispeten daha geride kalan sanayi üretimi gelir kalemlerini, bölgesel olarak turizm gelirleri desteklemekte. Tarım ve hayvancılık ise bölgenin coğrafi ve fiziki yapısı nedeniyle dış satım kaleminde ekonomik olarak değer ifade etmeye elverişli değil.
            Arap Baharı dediğimiz kitlelerin hak arayış mücadelesinin temelinde özet olarak sunmaya çalıştığımız bu ekonomik tablo önemli bir yer tutmakta. Söz konusu coğrafyada halkın daha yaşanabilir bir hayat istemesinin ardında elbette demokratik haklar olmakla birlikte en az bu hak ve özgürlükler kadar hayati önemde olan ekonomik gerçekler göz ardı edilmemeli. Bu sebeple Arap Baharı’nı sadece ideolojik bir ayaklanma olarak görmek yanlış teşhis konmasına neden olacaktır. Yüksek işsizlik oranları, adaletsiz gelir dağılımı, kamu kaynaklarının yetersiz ve gereksiz kullanımı, yolsuzluk gibi pek çok faktör, katı rejimlerin halk üzerinde yarattığı baskıyla birleşince tepkinin boyutu artmıştır. İktisadi anlamda Arap Baharı’nın çıkış nedeni Arap rejimlerinin ekonomik iflasıdır. Ve bu iflas uygulanan ekonomik programlar nedeniyle malumun ilamı olmuştur.
Politik ve Siyasi Ortam
            Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ülkelerinin yönetimleri genel itibariyle iktidar halüsinasyonuna sahip, halktan kopuk bir anlayışla; “halka rağmen” yönetim şeklini benimsemiş, yolsuzluğun meşru sayıldığı, yıkılması imkansız olarak betimlenen rejim yapılanmalarına sahipti. Halkın isteklerinin göz ardı edildiği, bağımsız ve tartışmasız seçim süreçlerinin işletilemediği kısır döngü niteliğindeki bu yapı, halkın yönetimden hesap sorma hakkını elinden almaktaydı. İçe kapalı, dış unsurların nispeten hiçe sayıldığı bu totaliter rejim zihniyeti, coğrafya genelinde kırsal yerleşimin fazla olması nedeniyle uzun yıllar  varlığını sekteye uğratmadan sürdürebildi. Bu yönüyle Ortadoğu coğrafyası, yıllarca değişmeyen liderlerin, siyasi ve askeri gücün etrafında kümelenen belirli zümrelerin, halk üzerinde ortaklaşa kurdukları “yıkılmaz” hükümdarlıklar kalesi olarak görünmekteydi. Ancak artan şehirleşme oranının sağladığı birlikte hareket etme olanağı ve genç nüfusun artan teknolojik gelişmelerle birlikte iletişim olanaklarını koordine bir şekilde kullanması sonucu yönetimlere başkaldırı yöntemlerinin zemin ve şekil değiştirmesi, Arap yönetimlerinin “dokunulamaz ve yıkılmaz” imajını zedeledi.
            Dil, din, kültür ve yönetim biçimlerindeki benzerliklerin ve dahası halkın beklenti ve taleplerinin örtüşmesi, baş gösteren halk hareketinin domino etkisi ile tüm coğrafyada etkili olmasında en büyük etken olmuştur.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte dünya siyaset sahnesinde meydana gelen değişimlerin, Arap Baharı’nı doğuran dinamikleri tetiklediğini söylemek mümkündür. Öyle ki Sovyetler’in çökmesi ile birlikte sırasıyla Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da ki yeniden yapılanma ve saf tutma sürecinin doğal bir sonucudur Arap Baharı. Devam eden bu süreç; söz konusu ülkelerin, Batılı düşünce sistemi içinde şekillenerek demokratik sistemin yerleşmesi açısından önem arz etse de, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin sahip olduğu yapısal sorunları ortadan kaldırmaması sebebiyle şimdilik yetersiz kalmaktadır.
Arap Baharı ve Türkiye
            Arap dünyasında baş gösteren hareket, henüz ucu açık bir süreci işaret etmekte. Bölgede yeniden bir yapılanma ve dizayn hareketinin olduğu bir gerçek. Bu hareketlilik öncesi bölgenin en büyük müttefiki konumunda olan batı dünyasının içinde bulunduğu ekonomik ve buna bağlı siyasi kriz ortamı ortak bir fikrin etrafında kümelenmeyi zorlaştırmakta. Ayrıca benzer durumlarda farklı tepkiler verilmesi de batı dünyasının olaylar karşısında yaptığı sağduyu çağrılarının samimiyeti konusunda soru işaretleri oluşturmakta. Kendi halkına karşı silah kullanan iki farklı ülkede, uluslararası organizasyonların harekete geçirilmesi noktasında ikircikli bir tutum içinde olan batı dünyasının, Libya örneğinde giriştiği demokrasi tesis ediciliği görevine söz konusu Suriye olunca pek yanaşmaması bu duruma verilebilecek güzel bir örnek. Burada her ne kadar akıllara olayın ardında yatan ekonomik komplolar gelse de, Suriye olayının kendi içinde farklı anlamlar taşıyor olması en büyük neden.[3]
            Türkiye Ortadoğu ile ortak tarih, kültür bağları bulunması nedeniyle bu süreç içinde halktan ve demokrasiden yana bir tutum izlemiştir. Son dönemde bölgedeki eski rejim liderleri ile Türkiye arasında kurulan dostane ilişkiler halktan yana bir tutum alınmasına engel olmadığı gibi, bu tutumun ekonomik anlamda getireceği olumsuz faturaya rağmen bu duruştan ödün verilmemiştir. Batı dünyasının kendi durumuna ve pozisyonuna göre belirlediği değişken politikalarına nazaran Türkiye’nin daha net tavır içinde bulunması, bölge ile ilgili endişe ve beklentilerinin samimiyetini ortaya koymaktadır.
            Türkiye’nin süreci desteklemesindeki temel sebep, bölgede tesis edilecek demokratik rejimlerin artışı ile birlikte totaliter rejimlerin dayatmacı politikalarından kurtulacak olan halkların, yönetimde daha çok söz sahibi olacak olmasının, daha önceden tesis edilmiş tarihi bağların daha da sağlamlaştırarak ortaya çıkacak sinerjinin somut adımlara dönüşeceği beklentisidir. Türkiye’nin uzunca bir süre[4] bölge ile ilgili kesin bir tavır ve politika üretememesinin ortaya çıkardığı beşeri ve ekonomik kayıpların telafisi için Arap Baharı’nda takınılacak olan bu tutum son derece önemlidir.
            Batı dünyasının içinde bulunduğu kaotik dönem nedeniyle gelişmeler karşısında nispeten yaya kaldığı bir dönemde Türkiye’nin atacağı her adım karşılık bulacaktır. Dış politikasını sıfır sorun felsefesi üzerine inşaa etmekte olan Türkiye, uzun vadeli kazanımlar uğrunda günü kaybediyor gibi görünse de, uzun vadede siyasi, diplomatik ve ekonomik anlamda kazanan taraf olmaya adaydır. Kaldı ki gerek bahsettiğimiz tarihsel bağlar, gerekse Türkiye’nin demokrasi tecrübesi nedeniyle bölgede sözü dinlenecek bir güç olarak Türkiye modeli öne çıkmaktadır. Değişen dünyada halk devrimlerinin önünde duracak bir gücün olmaması sebebiyle halktan yana alınan bu tutum, uzun vadede tesis edilecek bir kazan-kazan denkleminde Türkiye’yi hem bölgesel hem de küresel anlamda daha da yukarılara taşıyacaktır.

tolgahan osmanoğlu
        


[1] Petrol İhracatçıları: Cezayir, Bahreyn, İran, Irak, Kuveyt, Libya, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Sudan, BAE, Yemen
Petrol İthalatçıları: Cibuti, Mısır, Ürdün, Lübnan, Moritanya, Fas, Suriye, Tunus
[2] IMF Ortadoğu Raporu, 2011
[3] Uluslararası kamuoyunda Libya’nın yalnız kalmasına rağmen, Suriye’nin ardında İran, Rusya ve Çin’in gizli desteğinin olması uluslararası ortak bir hareket dilinin geliştirilememiş olmasında etkili olabilir.
[4] 1960 ve sonrası


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.