Taraf Olmak ?



Tarafım yok ey okuyucu! “Bertaraf olmamak için bir taraf seçmen gerek”  diyorsan da tarafımı sadece ve sadece Hakk’tan yana kullanıyorum. Şu anda da aklı başında olan Müslümanların gerçek tarafının Hak olduğuna inanıyor daha doğrusu inanmak istiyorum. Ve biliyorum ki bizi kurtaracak olan “cemaatçi” veya “Erdoğancı” olmak değil, samimi Müslüman olmaktır.

Hafta Sonu Halısaha Maçında Buluşalım mı?

1994 yılında hizmet ile tanışmam nasıl oldu hiç hatırlamıyorum. Hatırımda kalan şimdi nerede ne konumda olduğunu çok istememe rağmen bilmediğim Ramazan Abimin mütebessim yüzü…Bir de bana ders programı yapmıştı elleriyle. O zamanlar “word” var mıydı hatırlamıyorum  ama bilgisayar olan ev parmakla gösteriliyordu. Yaptığı programa şunu yazmıştı “en kötü program bile programsızlıktan iyidir”. Doğru demişsin güzel abim. Şu anda her yıl en az 1 ajanda eskitiyorsam hakkın vardır. Helal et…

Belki de halı saha maçında (t)avlanmıştım. Bunu da hatırlayamıyorum. Çok da önemli değil. Sonuca bakmak lazım. Hiçbir ücret beklemeden saatlerce ders anlatırdı abilerimiz bize, ders aralarında çorapla maç yapar, bazen maklube yer, bazen de film izlerdik. Müstehcen sahneler o an elde ne varsa(dergi veya büyük bir kitap, atlas) kapatılırdı. Bizler de gözlerimizi kapatırdık. Kabul, bazen ben de kitabın kenarından veya ellerimin arasından o sahneyi görmek isterdim. Böyleydi işte. Okuma kampları yapar, hiç anlamadığımız risaleleri okumaya çalışır, Hocaefendinin sohbetlerini hisli bir şekilde dinleyen abilerimize onlar kadar hislenemesek de eşlik ederdik. Namaz sonu tesbihatlar, özellikle sabah namazı sonrası (Allah affetsin) işkenceye dönüşür, bizler bir an evvel bitmesini bekler ve sonra da kendimizi uykunun sıcak kollarına bırakırdık. Geceleri teheccüde kalkan abilerimiz bir anne şefkati ile üzerimizi örterdi. Bir de namazlarda gülme krizi gelirdi. Abimizin beş kere tekbir aldığını bile hatırlarım. Hatta birinde dayanamayıp onun da tebessüm ettiğini…Anlatacak o kadar çok şey var ki. Aradan 20 yıl geçmiş. O zamanki abi(leri)mi de o zaman ki hizmet hareketini de çok özlüyorum. Benim düşüncemde olan insan sayısının da azımsanmayacak kadar çok olduğunu biliyorum…

Hizmet Çemberi Büyüyor

Yıllar geçti ve özellikle 2000’li yıllardan sonra cemaat çok ciddi bir büyüme kaydetti ki şu an sadece yurt dışında 160 ülkede okul var. Yurt içindeki, hadi karşı tarafın dili ile ifade edeyim, “varlıkların” hesabını da yapamıyorum. Basit bir google taraması ile tam olmasa da yaklaşık bir bilgiye sahip olunabilir. Gazeteler, dergiler, televizyon kanalları, radyo kanalları, bankalar… derken neredeyse her sektörde cemaatin adını duyar olduk. Bazen “keşke duymaz olaydık” dediğim oluyor. Başlarda hoşuma giden bu “güç”ten şimdi çok ama çok rahatsızım.

Para ve Siyaset Virüsü Camiaya Giriyor

Sonra öyle bir zaman geldi ki daha öncelerden görmediğimiz “abiler” peydah olmaya başladı etrafımızda. Kontrolsüz güç güç değildir, diye bir reklam sloganı vardı. Ne kadar da doğru. Bu sözü belki de şöyle düzeltmenin tam zamanı; kontrolsüz büyüme büyüme değildir. Başta Hocaefendi ve onun has talebelerini tenzih ederek söylüyorum ama hizmetin başına gelenlerin büyük çoğunluğunun sorumluları bu “abi” apoletini hak etmeden omuzlarına takanlardır. Ve bir de genel bir eleştiri; “ne olursan ol gel” mantığını (her ne kadar Mevlana’ya isnat edilse de) doğru bulmadım. Hizmetin artık büyük bir güç haline gelmesi, yurt dışında da bağlantılarının olması bazı esnafların iştahını öyle kabarttı ki sırf hizmet bağlantısı ile bir dükkânda çalışır durumdayken 2 yılda hatırı sayılır bir “abi” olan birini biliyorum. Duyduklarımın sayısı çok daha fazla. Bu “abiler” o kadar kazanırken hizmete de bir miktar burs verdiler tabii. Ne de olsa kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezdi! Burada hizmete burs veren samimi, fedakâr ve diğerkâm Anadolu İnsanını özenle ayırıyor ve Allah hepsinden razı olsun diyorum. Ve bu faslı şöyle kapatıyorum; sinek de küçük ama mide bulandırır be azizim… Çok insanın midesi bulandı.

“Hizmet Fabrikası”ndan çok kaliteli insanlar çıktı. Kendimi bu kaliteliler arasına koyamam ama tanıdığım yüzlerce insan var. Bu insanlar alınlarının akıyla devlette iyi denebilecek yerlere geldiler. Aralarından bazıları O.D.TÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerin mühendislik fakültelerinden mezun olup (derece ile bitirenlerini de biliyorum) ve hatırı sayılır, yüz insandan doksan dokuzunun hayır diyemeyeceği maaşlara hayır deyip, adını ve haritadaki yerini dahi bilmedikleri okullara asgari ücretin yarısına tekabül eden ücretlerle öğretmenlik yapmak için gittiler. Yeri gelmişken, bunca hay-huyun arasında bu “mübarekleri” nereye koyacağız sahi?

 Ancak bir zaman geldi ki bu sefer sadece “hizmet fabrikasından” çıkmış ama ne içi ne de ambalajı kaliteli denemeyecek birileri ambalajlarında sırf “made in Hizmet” yazdığı için tercih edilir oldu. Bazen tek seçim kriteri bu olmuş. Muş, miş, mış…Ama bir de şu var Ateş olmayan yerden duman çıkmaz be azizim! Kul hakkı da büyük vebaldir. Ne Kur’an’da, ne Sünnette, ne Risalelerde ne de Hoca Efendi’nin kitaplarında, vaazlarında kul hakkının yenilmesine en ufak bir cevaz gösteremezsiniz… Hayra giden her yol mubah değildir!

Şefkat Tokadı
Yukarda ifade etmeye çalıştığım şeylerin sonucunda hizmet literatüründe yaygın olarak kullanılan “şefkat tokadı” gecikmedi. Ama maalesef bu sefer tokadı yiyen “bozuk şakirtler” değil hizmetin ta kendisi oldu. Zaten bu özeleştiriyi Hocaefendi ve Hizmete gönlünü vermiş “abi gibi abiler(imiz”) de yaptılar. Üstad Bediüzzaman’dan alıntı ile dediler ki; “Gayrı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir azap (tokat yemek) çekmektir." Keşkeyi şeytan lafzı olduğu için pek kullanmak istemiyorum. Yalnız kanımca keşkeler bir dahaki hatalara engel olabildikleri ölçüde anlamlıdır.

Hatların Karışması

Birisi din hizmeti, diğeri siyaset. Farklı kulvarlar. Ama biri diğerinin hemen yanı başında. Bu kadar içli dışlı olmanın da neticesidir bu olanlar. Metnin içinde atasözlerimizden faydalandık. O zaman durmak yok, atasözlerimize devam. Çok muhabbet tez ayrılık getirir be azizim!

Bu süreçte o kadar çok mümin birbirinin kalbini kırdı ki “yahu ne oluyoruz, ne yapıyoruz, bizler 28 Şubat’ta, askeri darbelerde, başörtüsü yasağında, ezanın Türkçe okunduğu utanç yıllarında, evinde Kur’an bulunanların irticacı olarak fişlendiği zamanlarda hep dayak yiyen taraftaydık. Hep beraber zulme maruz kalan mazlumlardık. Hizmet gönüllüleri size oy verdikleri için birileri tarafından “göbeğini kaşıyan kıllı ayı, bidon kafalı” ilan edildiler. Siz başta ülkeye sonra da hizmete destek oldunuz. Şimdi ne oldu bize? Bunca yıl beraberken, kardeşken, ne oldu bize? Kim hain, kim alçak, kim paralel yapı kurma, kendi eliyle kurulmasına destek olduğu hükümeti yıkma derdinde, kim Amerikan uşağı, İsrail piyonu, kim kâfir?

Allah aşkına insaf! Düşmanlarımıza bile söylemediğimiz lafları nasıl oluyor da kardeşlerimize söylüyoruz? Bize neler oluyor. Tam da İlhan Şeşen zamanı: Neler oluyor bize neler oluyor gülüm? Neler oluyor sana, bana neler oluyor?

3.Çoğul ve Şerli Şahıslar

Yolsuzluk var mı yok mu bilemem, yargının kararını vermesini bekleyeceğiz. Bu kadar fazla savcının, polisin yerinin değişti(ril)diği bir ortamda yargı kararına ne kadar güveneceğiz orası da ayrı muamma.
Bir de şu var, Gezi’de “benim savcım, benim polisim, benim valim”  iken son operasyondan sonra tüm sahiplenmeler bitti. Ve ülke genelinde bir kıyıma başlandı. Ben anlayamıyorum nasıl oldu da tüm bu görevden alınan yetkililer bir anda “kötü” oldu veya çokça zikredilen “paralel yapının” elemanı oldu? Ey devlet büyüklerim, unutmayalım, adalet hepimize lazım.


Başta hizmete çok eleştiride bulundum şimdi de sıra hükümette.
Böyle “inlerine gizlenmiş paralel bir yapı” vardı da bu yapı 11 yıl sonra mı ortaya çıktı? Kabul Türkün Türk’ten başka dostu yok. Hatta bana göre mevcut halimize bakarsak bu atasözünde revizyona ihtiyacımız var. Şöyle ki, artık Türk de Türkün dostu değil ne yazık ki. Şunu da soracağım; hükümete yönelik her türlü eleştiri neden hep dış güçlere, faiz lobisine, şer odaklarına tevdi ediliyor?


Olayın baş aktörü, her zaman olduğu gibi eline kalemi alıp senaryoyu yıllarca çalışarak titizlikle yazan, sonra da yönetmeni, oyuncuları titizle seçen ve Truman Show’da olduğu gibi her şeyi(figüranlar, ışık, ses) gerçek hayattan alan Üçüncü Çoğul ve Şerli Şahıslardır. Asıl beddua edilmesi gereken de sanırım bunlar. Rabbim bunların hidayeti mümkün değilse onları bildiği gibi terbiye etsin.

” Yaşasın zalimler için cehennem!”

 Basın Basın Basın

Ey Zaman Gazetesi, neden dershane sürecinden sonra dilin bir anda sertleşti ve yargı süreci devam ettiği halde, suçlu olduğu kesinleşmediği halde en azından şimdilik masum olan insanları suçluymuş gibi resmettin? Neden manşetlerinde Kılıçdaroğlu ve Bahçelinin demeçlerini öncekine göre daha sık ve daha büyük puntolarla haber ettin? Bilmedin mi ki seni okuyan insanların çoğu bu insanları da ideolojilerini de sevmez? Denize düşen yılana mı sarılmalıydı?

Ve Ey Yeni Şafak, Akit, Sabah, Akşam, v.s hiç eliniz titremedi mi cemaate, Hocaefendiye ağır ithamlarda bulunurken? Bana makalelerinizde ve manşetlerinizde geçen şu kelimelerin karşılığını verin; ihanet, çete, örgüt, kirli oyun, bölen in Gülen out, karanlık odalar? Bunları biz beraberken gerçek anlamda karşı taraf olanlara bile söylemedik, değil mi? Nasıl Müslüman müslümana bu ithamlarda bulunur? Ne yani şimdi bunca okul, bunca yetişmiş insan, paralel devlet kurup, bununla iktidar devşirip muktedir olmak için miydi? Komik olmayın Allah aşkına. Tamam, kabül ediyorum, Hoca efendiden 20 yıl boyunca bir kere dahi olsa beddua duymadım. Ve keşke o bedduayı yapmasaydı. Lakin beddua olarak anılan şey sadece makaslanarak değil başı ve sonu ile alınırsa daha anlaşılır oluyor. Hoca Efendi orada başta kendisi ve arkadaşlarını o “bedduaya” muhatap kılıyor ve sonra da Kur’an’a, Sünnet’e, Modern Hukuka aykırı davranış içinde bulunanlar varsa…. diyor ve bitiriyor. “Beddua” etmesine üzüldük ama şunu anlamak da mümkün değil, neden birileri bu beddua kendilerine yapılmış gibi direk üzerine alınıyor. Alnı ak, gözü pek olan bu bedduadan niye korksun, niye alınsın ki?

“Beddua etmemeliydi”, “Müslüman müslümana beddua etmez”,” yakışmadı”, “olmadı”, “yazıklar olsun” diyen kadar “yolsuzluğun her türlüsüne hayır, yapmışlarsa da zehir zıkkım olsun” diyen yok sanırım. Genelde şöyle makaleler okuduk. “Tamam, yolsuzluklarla mücadele edilsin ama…” Ama’sı ne sormak hakkımız değil mi?

Herkes Evine

Hocaefendi bu toprakların yetiştirdiği ender şahsiyetlerden biridir. Başlattığı hizmet ve aldığı sonuçlar da ortadadır. Ömründe ilk defa “beddua” ettiği için( ki kabul edin veya etmeyin beddua da dinin içinde vardır, Ariflerin diline yakışmaz orası ayrı) böyle harcanmamalıdır. Ona bu yapılanları en basit ifadesiyle vefasızlık olarak görüyorum. Hele yakın zamanda Twitter’da Hocaefendi ile Sincap resmini yan yana koyan “İslamcılar”  ile ona ve dava arkadaşlarına en ağır ithamlarda bulunan “İslamcılar”ı da kamuoyunun vicdanına bırakıyorum. Hizmet cephesinde de benzer durumlar var ama diğer “taraf” kantarın topuzunu daha fazla kaçırmış gibi. Netice değişmiyor ve iki yanlış bir doğru etmiyor. Testlerde yanlışın doğruyu götürmesi şöyle hesaplanır. Dört seçenek varsa üç yanlış bir doğruyu götürür. Beş seçenek varsa dört yanlış bir doğruyu götürür. Ama burada korkarım ki iki yanlış tüm doğruları(mızı) götürecek.

Şimdi bu ülkeyi seven Hocaefendi ve cemaatin has abileri ile yine bu ülkeye son oniki yılda çok ciddi hizmetler getiren sayın Başbakanımız ve arkadaşlarından bir istirhamım(ız) var. Ne olur herkes evine dönsün. Herkes işine baksın.

Hizmet 90’lı yıllarına AK Parti de 2.iktidar dönemime geri dönsün. Hizmet eskiden olduğu gibi kaliteli Müslüman üretmeye AK Parti de siyaset arenasında AK Hizmetler üretmeye devam etsin.
Hizmet Hareketi “çakma abiler” ve “bozuk şakirtlerden”; AK Parti de şakşakçı ve rüşvetçi elemanlarından tiz zamanda kurtulsun.


Yoksa bu yangın o kadar büyür ki kardeşimizi yaksın dediğimiz yangın kardeşimizi de bizi de, ez cümle hepimizi de yakar, kül eder.

Şimdi yaşananların üstüne sünger çekip, geçen güzel günlerin hatırına birbirimize sarılıp, özür dileme, helallik isteme zamanı.

eyüp selimoğlu


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.