Başlık çok sert farkındayım; yüksek edebî sosyete koordinatörlerine göre
böyle bir genelleme yapmamam gerekirdi. Ama yaptım; bunu yapmamın benim
için hiç sakıncası yok. Üstelik, klasik okumamış diğer herkes için de
bunu yapmam sakıncalı bir şey yapmış olmam anlamına gelmiyor -unutmadan
belirtmeliyim; başlıktaki klasikler sadece edebiyat kitaplarına işaret
etmemekte, işin bu kenarına klasik felsefe, psikoloji, sosyoloji,
tasavvuf, din ve siyaset kitapları da bulaşmakta; lafım hepsine
uzanmaktadır-. Tesadüfen klasik okumamışları, birer maktule dönüşmemiş
oldukları için özel olarak tebrik etmem de gerekmiyor; yaşıyor
olduklarına şükretsinler. Tebrik edeceğim tek kesim, vakt-i zamanında
‘klasik okumayacağına’ dair prensip edinmiş olup da klasik okumayanlar
olacaktır. O vakt-i zaman, dipdiri bir zihne sahip oldukları gençlik
zamanıdır; o zaman geçtikten sonra yetişkinliklerinde klasik okumuş olup
olmamaları önemli değildir -yetişkinin direnç noktaları sağlamdır,
gözleri görür-. Zaten insan ancak gençliğinde katledilebilir; sonraki
yıllarda her ne sebeple olursa olsun eceliyle ölür.
Hayır, öfkeli değilim. Ölüler ile maktuller beni neden öfkelendirsinler
ki? Şu anda öfkeli olmamam, az sonra öfkelenmeyeceğim anlamına da gelmez
-bu öfke kişisel değil, şahsıma panzer hazırlamayın lütfen!-. Mesele
ölü yazarlar yani katiller ve maktullerle bitmiyor; katliamın sürmesi ve
bu iğrenç cinayetlerin popularize edilerek sevdirilmesi beni
öfkelendiriyor.
Her genç zihin, yüksek ökçeli tavsiyelerle klasiklerin sunaklarına kurban verilmek üzere şartlandırılıyor. Her kurban, bir sonraki kurbanı hazırlıyor bu katliama. Buna zerre kadar hakkı yokken; kendisi kendisi değilken; kendisindeki iğreti şeyleri yüksek değerler zannederek bir başka insanı felâkete sürüklüyor. Siz bile bile ölüme sürüklenenleri görünce, öfke damarlarınız alınmamışsa, öfkelenmez misiniz?
Haklı olarak sorabilirsiniz, basit ve masum bir okuma eylemini ve bu
eylemden sonra olan şeyleri neden katliam, cinayet gibi vahşetin
sıfatlarıyla dehşetli şeylermiş gibi anlattığımı. İki tip okuyucuda
anlatayım meseleyi.
Öncelikle genel yargıya dönmüş bir önyargıyı çekip alayım dikkatinize:
kitap okuyanlar çok iyi bilirler; okuyan gencin başlangıç zamanlarında
her kitap, hele de birileri tarafından önerilmişse, içinde
şeksiz/şüphesiz itaat edilmesi gereken büyük hikmetler bulunan bir
hazinedir. Klasik tip okuyucu, bitmez-tükenmez bu hazineyi keşfedip o
hazineden büyük feyizler alarak zenginleşenleri gördükçe, içindeki iman
daha da büyür. Kendisi de o hikmet hazinesinden nasiplenmek adına kitap
bitene kadar büyük umutlar besler. Hikmetinden sual olunmayan bu
önyargı, zihne verilmiş bir afyondur ve ne yazık ki; bu afyon bir
genel-geçer yargıdır; sorgulanamaz, itiraz edilemez. Kitap bu önyargı
ile biter ve okuyucu kendisinde olması gereken değişikliği fark etmeye
çalışır; lâkin edemez. Zihninin ilk tepkisi kendisini yetersiz bulmaktır
ve kendisinde olduğuna kanaat getirdiği bu yetersizlik çıngırağı
sürekli çalar ve çaldıkça onun açlığını arttırır. Kurban geri dönülmez
entelektüel(!) bir yola girmiştir artık.
Öteki tip okuyucu –ben ona modern tip okuyucu demek istiyorum, onun
hangi çağda yaşadığı önemli değildir, mesela Einstein-, daha başka bir
okuyucudur; tavsiye almaz, bildiğini okur. Genellikle öğretmensizler
grubundandır; klasik severlerin önyargılarından habersizdir. Hasbelkader
dikkatine çalınmışsa bir tavsiye, alır okur ve kendi yeterlilik
penceresine bakmayı aklına bile getirmeden kitap hakkında kararını
verir; bu tip okuyucu tebrik edilecek okuyucudur. Ödülünü de hayattan
alır; diriler kervanında hayatı fark ederek, insan olmanın ayrıntılarını
ıskalamadan yaşamaya devam eder.
Klasik tip okuyucumuza geri dönelim; onun önyargıların kurbanı olduktan
sonraki hâline bakmaya devam edelim ve bir ölüye nasıl dönüştüğünü adım
adım izleyelim -yarı ölülerden bahsetmiyorum, bahsetmeyeceğim de; bana
karşı duracak olanlar onlardır zaten; yarım yamalak anladıklarından ve
eksik de olsa azcık farkında olduklarından esip gürleyeceklerdir-.
Tavsiyeler birbirini kovalar, kurban okuduğu klasiklerle şiştikçe şişer.
Kitaplardaki kahramanlarla özdeşleşir, tasvir edilen mekânlarda yaşar;
olaylar ve diyaloglarla başka hayatların yokuşlarını tırmanır, başka
aşkların nefeslerinde mest olur; acı çeker, sevinir. Bunlar olağan
gerçekleşmelerdir, klasik olmayan kitaplarda da aynısını yaşarsınız; Ian
Fleming’in James Bond’uyla klondaş olup 007 ile kodlayabilirsiniz
kendinizi ya da Yavuz Bahadıroğlu’nun Sunguroğlu’yla aynı ata
binebilirsiniz. Fakat mesele o kadarla sınırlı değil işte. Yazının en
dokunaklı yerine gelip duralım ve gökyüzüne bakıp düşünelim.
Diğerlerinde olmayıp sadece klasiklerde bulunan bu öldürücü güç nedir?
Hakikaten öldürmekte midir? Öldürmekteyse bu nasıl bir ölümdür;
okuyanlar heyecandan kalp krizi veya aşırı yüklenmeden beyin kanaması mı
geçirip ölüyorlar? Hayır; ikisi de değil. Yazarı fâil, okuru mefûl
yapan bu cinayette/katliamda gözden kaçanlar kanıtlar mesajlardır, mesaj
sahiplerinin ruhsal durumlarıdır.
Nasıl yâni, yazarın ruhsal durumu ve verdiği mesajlar bir insanı nasıl
öldürebilir ki? Değil mi ya, olabilir mi böyle bir şey? Klasik okur bu
kadar çok etkilenecek ve kendi hayatına son verecek kadar ahmak mı?
Hayır, ahmak değil; ölüme gittiğini fark etmeyen biri nasıl ahmak
olabilir -ahmak fark edemeyendir-? O sadece bir kurbandır ve başına
geleceklerden habersizdir. Güveni çar-çur edilmiştir, umutları heder
edilmiştir, ama o henüz haberli değildir bundan; muhtemelen asla
haberdâr olmayacaktır… Modern okurun böyle bir riskle karşılaşması
mümkün değil mi, peki? Hayır, pek değil. Çünkü; ölümün ilk adımı kitap
okuma hususunda tavsiye almaktır -tavsiyeyi illâ birinin yapması
gerekmez, olgusal ve okulsal çevre doğal tavsiye kaynağıdır zaten-. O da
tavsiye dinlemiyor, bildiğini okuyor. Okuduğunun büyük hikmetler içeren
derya olmadığının farkında.
Bu nasıl bir ölümdür? Yeraltında Dostoyevski dokuyan biri ile Kafka’nın
memur takıntılarına takılan okur nasıl bir ölümle karşı karşıya
kalabilir? Nietszche’nin eski ve yeni ahit’in Tanrı’sını öldürdükten
sonra kendisinin Allah’ına karşı nasıl diri bir tutum takınabilir?
Freud’un cinsellikle boğulan ruhundan tedavi nağmeleri işitip de nasıl
diri kalabilir? Karl Marx ile eşitliğin ve materyalizmin kollarında son
nefesini verdikten sonra, nasıl iyelik eklerinde ruhunu arayabilir? Hele
bir de İbn-i Arabî ile fenâ-bekâbillah’a ulaşırsa ölümü kaçınılmazdır.
Vesaire vesaire.
Siz hiç ‘Ruhların Ölümü’ diye bir kitap duydunuz mu? Bulursanız hemen
alıp okuyun -ne fayda henüz bu kitap yazılmadı-! Bu bildiğiniz bir ölüm
türü değil; bu katliamda/cinayette okurların/okurun sadece ruhu ölüyor.
Ama okur/okurlar bunu asla fark etmiyor. Sorduğunuzda size
söylediklerinden bunu kolaylıkla anlayabilirsiniz; kitapların
kahramanlarından ödünç alınmış duruşlar ve tasvirlerle sanal bir hayat
kurmuşlardır, insanî ayrıntılardan uzak ve sürekli hayret eder bir tonda
bakmaktadırlar dünya’ya -bu hayret farkındalığın hayreti değildir,
ölünün dirilere bakışı gibi bir hayrettir-. Görmekten/gördürülmekten
yaşamaya vakit bulamadıkları her doğal detay, insanlardaki her sıradan
duruş ve her duygu onlar için ancak etiketlenecek kadar önemlidir,
yaşanacak kadar değil. Bir ölü gibidirler; sevinçleri ve üzüntüleri
yoktur. Aşkları sahtedir, kategoriktir. Ölü ruhlarının içindeki
zihinleri de ölüdür; prototip hayatlar dışında algıları hiç
gelişmemiştir/gelişmeye müsait değildir.
Mesaj sahibinin -veya yazarın- ruhsal durumu ve ait olduğu kültür,
beslendiği/karşı çıktığı din yahut dinsizlik mesajın boyutlarını ve
vizyonunu tayin eder. Kabaca, tüm klasikler hesap kitap işidir, deyip
komplo pazarına dümen kırmayacağım, ancak ve fakat size minik bir sır
vereceğim, ama önce bir soru sormak istiyorum: Sizce, şu anda -kitap
basmanın balık tutmaktan daha kolay olduğu şu zamanda demek istedim- bir
kitap yazsanız ve bu kitap mükemmele yakın bir kitap olsa onu
yayınlayabilme şansınız nedir? Sorumu sordum, sırrıma geleyim; bu
klasikler kitap basmanın apandisit ameliyatı yapmaktan daha zor olduğu o
dönemlerde birileri tarafından siparişle yazıldılar, büyük hesap
peşinde olanlarca finanse edilerek basıldılar ve aynı güçler tarafından
yüceltilip öne çıkarıldılar. Tek amaç Dünya’daki ölü sayısını arttırmak
ve Dünya’yı daha kolay yönetilebilir insanlarla doldurmaktı. Hesabın
incesi bunu insanlara isteyerek yaptırmak ve başlarına geleni fark
etmemelerini sağlamaktı. İnanmadınız değil mi?
Sıkı bir soru daha sorayım size; şimdi şu anda ülkemize saldırsalar,
gençliklerinde klasik hâtimdârı olanlar hiç tereddüt etmeden ülkelerini
savunmaya koşarlar mı -bu örneği süper milliyetçilik olarak
algılamayınız, lütfen-? Tereddüt etmeden, dememde bir sebep var;
koşacaklardır Cervantes gibi elbette, ama onun gibi savaş meydanlarına
değil. Çok mu büyük bir iddia bu? Başlık kadar değildir emin olun. Ölü
ruhların idealleri olmaz, davaları olmaz, canlarını feda edecekleri
ailesi-efrâdı olmaz. Yine inanmadınız değil mi? Tamam, inanmayın;
sırlarımı geri verin o zaman! Sonra gidin Osmanlı’yı yıkan
ittihat-terakkinin hemen tüm zerrelerinin hangi klasiklerle dopdolu
olduğunu görün gelin. İstanbul işgal altında iken yine o
klasikseverlerin işgalcilere nasıl yaltaklandığını izleyin, gelin!
Cumhuriyet seçkinlerinin damarlarında gezinen yüksek entelektüel
dedikoduları işitin gelin! Şu 21. Asrın Müslüman geçinen kültür
abidelerinin gecelerinde ve gündüzlerinde devinip duran klasiklerin
seslerini duyun! Az sonra ikindiyi kaçıracak olduklarının farkında
oldukları halde o müthiş Kafka performansını bırakıp gidemeyenlerle
güneşin batışını izleyin veya gece yarılarına kadar uzayan Dostoyevski
nakaratlarına hürmeten onlarla kuşluk namazı kılın! Haklarının
yenilmesinden ötürü avaz avaz bağıran, sessizce ağlayan başörtülülere
sağır kulak geliştirdikleri yerde sizde pinekleyin: hadi bakalım!
Siz ölülerden ve kurbanlardan, kâtillerden ve maktullerden neyi
kastettiğimi anlamadınız mı hâlâ? Onların adam gibi yuvaları ve
değerleri, özünden uzaklaştırılmamış çocukları bile yoktur. İşte tüm
bunlar ve daha başka anlatmadıklarım için klasikler, ölü adamların
sonsuza kadar süren cinayetleridir.
Abarttım mı? Hiç sanmıyorum.
alper selçuk
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.