Hasis sarraf, kendine bir başka kese
diktir!
Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir!
(Necip Fazıl Kısakürek)
Kalemşah'ta son paylaşımımdan buyana neredeyse iki yıl geçmiş! Çok güzel
niyetlerle kurduğumuz ve tamamen fedakârlıkla yayın yapan bu siteyi kuran
dostuma ve sadece paylaşım için yazan tüm kalemşah yazarlarına teşekkür ederek
başlamak istiyorum yazıma. Geçen iki yıllık zaman zarfında yazı göndermedim ama
kalemşahı sürekli takip ettim. Üç yıl önceki yoğunluk olmasa da kaliteli
yazılar her zaman oldu ve olacak inşallah. Sanırım biraz daha gayret etmemiz
gerekecek. İki yıldır yazı göndermememin sebebi okumalarım arttıkça, daha güzel
deneme, şiir ve öykülerle karşılaştıkça, yazmaya karşı soğukluk hissetmemdi.
Dürüst olmak gerekirse cesaret edemedim. O kadar güzel metinler, şiirler
varken, "kötü" yazılarla insanların vaktini de zihnini de yorma dedim
kendime. Şu anda ise düşüncemi değiştirmiş bulunmaktayım. Şöyle ki; şekil
olarak kötü olsa bile muhteva olarak "iyi" şeyler yazabileceğimi
düşünüyorum. İçime kapanıp kitapların dünyasında yazarlarla hasbihal etmek
güzel ama güzel şeyler kişi ile sınırlı kalıp başkalarıyla paylaşıl(a)mayınca
"çok güzel" olamıyorlar. Bu noktada bir söz düşüyor belleğime,
"Sadece kendisi için yaşayan insan değildir!". Tamam, bu sözle içinde
biriktirdiği güzellikleri kimse ile paylaşmayan insan değildir gibi bir çıkarım
yapmıyorum elbette. Sadece bir hassasiyetten bahsediyorum. Dilimizde ve daha da
önemlisi yüreğimizde kullanma sıklığı gittikçe düşen bir kavram olsa da
hassasiyete, hassas insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Girizgâhı biraz uzattım sanırım. Konuya geçelim. Önce şiirleriyle
tanıdım İbrahim Tenekeci'yi. Samsun'dayken kitaplarım İstanbul'da olduğundan
iki şiir kitabını tekrar almıştım. Yazdıklarından iç dünyasını az çok tahmin
edebiliyordum. Yıllar geçti, tüm şiir kitaplarını, denemelerini, İtibar dergisinde
yazdıklarını ve Yeni Şafak'ta çarşamba ve cumartesi günleri yazdıklarını
okuyunca şuna kanaat getirdim: İbrahim Tenekeci ile aynı dünyada yaşıyoruz
fakat o bu dünyadan değil! Çoğumuzun gündemini dünyalık "oyuncaklar"
işgal ederken, o dağlara çıkıyor, ağaçlarla selamlaşıyor, şehirden ve
şehirlilerden uzaklaşıyor. Şairi şimdi
daha iyi anlayabiliyorum; "dağların durduğu böyle anlarda/Yalar
yarasını içte bir geyik/Her yerden görülen bir şeyken dünya/Sağa çekip ağaçları
seyrettik(Kimsenin Kalbi, İbrahim Tenekeci)
Ekseriyetin her yerden dünyayı seyrettiği bir zamanda sağa çekip
ağaçları seyreden bu güzel insan bu günkü yazısında(03.04.2013, Yeni Şafak) bir
cümle kurmuştur ki bu cümleye layık olan müstakil bir kitap olduğu halde ben
küçük bir yazı ile yetineceğim!
Ekmeğe Çalışırız Fakat Soruların Hepsi Topraktan Çıkar!
Bu cümleyi okudum, sonra dönüp dönüp tekrar okudum ve kendimi sınava
çok çalışan ama hiç soru gelmeyecek yerlere çalışan bahtsız öğrencilere
benzettim. Sadece kendimi değil, bir çoğumuzu...Ev, araba, akıllı telefon,
çocuk, iş, kariyer, beğenilip takdir edilme arzularımız, "ben
biliyorum" yanılgılarımız, "o da ne anlar ki" diyerek
karşıdakini küçültüp küçülmelerimiz, tevazu süsü verilmiş kibirlerimiz,
"hayırlısı olsun" deyip de istediğimiz olmayınca isyan edişlerimiz,
hep kendimize yontmalarımız, o tertemiz kalplerimiz(!), “benim kalbim temiz”
deyip yapmamız gereken şeyleri yapmayışlarımız, şerde acele edip hayrı
öteleyişlerimiz, Filistin’de veya Myanmar’da katledilen yüzlerce kardeşimize
son dakikada kaçan bir gol kadar üzülmeyişlerimiz…Listeyi çoğaltmak mümkün.
Saydığım şeylerde çok başarılıyız ama toprak konusunda korkarım çoğumuz sınıfta
kalacağız. Yazdığım şeyleri “ekmek”le ilişkilendirmek belki en kutsal nimet olan
ekmeğe çok büyük bir saygısızlık olacak ama ekmek beni affetsin! Ekmeği dünya
ile toprağı da ukba ile eşleştirince her şey netleşiyor. Netleşme deyince
aklıma bir şey daha geldi, gözleri çok sağlam olanların birçoğunun aslında
hipermetrop olduğunu düşündüm geçenlerde. Hipermetrop yakını görememe olarak
tanımlanabilir. Ama benim kastım yakın
değil yakin* azlığı! Gerçek hipermetrop da yakını değil yakini
göremeyen sanırım.
Toprağın Altı - Toprağın Üstü
Toprağın üstünde yaşıyoruz, toprağın üstünde toprağın altından gelen
mahsulleri tüketiyoruz, toprağın üstünde toprağın altını kirletip duruyoruz ve toprağın
altından geldik toprağın altına gidiyoruz yavaş yavaş. Ama çağımızda neredeyse
her şey bize gideceğimiz yeri unutturma derdinde. Televizyon, internet, tüketim
kültürü, şehvete indirgenen “aşk”lar ve kullanımı günden güne artan
antidepresanlar. Hepsinin derdi tek aslında. İnsana gideceği yeri unutturmak…
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür, demiş büyükler. Dünyalık
unutuşların telafisi çoğu zaman mümkündür ama toprağın altını
unut(tturul)uşumuz fayda vermeyecek sonsuz pişmanlıklara gebe. Efendimiz(s.a.v)
“Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız” buyurmuş, Hz. Ömer(r.a) kendisine
her gün ölümü hatırlatması için parayla bir çocuk görevlendirmiş sakallarına ak
düşene kadar.
Toprağın üstünde toprağın altına kayıtsız olarak yaşayanların
ahvalinden şüphe edilir. Toprağın altını unutmayan ve orada değeri olacak
şeyleri yapanlardan olmamız duasıyla…
*yakin: 1. Sağlam,
kesin bilgi. 2. Bir şeyi iyice, kesinlikle bilme(TDK, Güncel Türkçe Sözlük)
aziz kağan güneş
yazılarını yeniden görmek güzel, güzel dostum...
YanıtlaSilAğzına sağlık Aziz, güzel yazdırılmış;)
YanıtlaSilmerhaba aziz
YanıtlaSil2 yıl yazmamak seni sağıltmış yüreğinden damıttığın güzel cümleleri buraya aktarmana vesile olmuş
işimin yoğunluğuna gömüldüğüm ve nefes alamadığımdan yazı işini aksattığım şu günlerde yazın iyi bir hatırlatmaydı (bu arada ben de bir kaç gün önce bir şeyler karalamış ve buradan da paylaşmıştım )
ayrıca kimsenin kalbi şiir kitabını tek seferde içine çekmiş bir ankara yolculuğumda nefeslenmiştim ibrahim tenekeci için tek söylenecek söz ; şair!
nice güzel yazılarını görmek dileğiyle