“Öğretmenin, öğrenmenin bir mimarisi yok… Köprüyü suya göre yapmak gerekir.” Hoca
Hırsızlık, uyuşturucu ticareti/ tâcirliği, kumar, zina, içki ve insan
katli… İnsanlığın öne çıkarıp kutsadığı tüm değerlerde ve dinlerde
kötülüğün taşıyıcıları olarak tanımlandılar. Ve tarih kötülük
tanımlarını netleştirip onların karşısında konumlanan tebliğleri ve
tebliğcileri tanıdı. Kötülük kendi tanım alanında yaşamayı ilke edindi,
kötülüğün karşısında duranlar da bu yaşam alanını daraltmayı…
Eşrefpaşalılar filmi bir dönüşüm filmi. Film, bir tek adamdan yayılan
duruşun, doğrudan üretilen ilkelerle çoğalmasının öyküsünü anlatıyor ve
bir de aşk denilen şeyin…
Öykünün tarafları (Fethullah Gülen ve cemaati) ile öykü kahramanının
karşıtları (Ergenekon Örgütü) arasındaki gerilimin hızla tırmandırıldığı
2010 yazı ve sonbaharı, tarihin en büyük sorgularından birine sahne
olurken, önümüze konan sade bir gerçek var: Sevgi ve buna karşı Nefret.
Ağır bir eleştiri yağmuru altındaki Fethullah Gülen, hakettiği ve
haketmediği zihinsel tortuları nasıl kanalize edecek. Kendisini anlatan
bu film, hakikaten gerçekten mi bahsediyor yoksa insanlar bir simülasyon
mu izliyorlar?
Ağır sınavların sürgün adamı, uzun soluklu yürüyüşünün nefes
aralıklarını'kaçmak'diyerek tanımlayanları nasıl ikna edecek?
Eşrefpaşalılar belki de bir ikna filmi...
Sevgi bir başlangıç mı, çözüm mü, sonuç mu? Film her üç konuma da
Sevgi’yi yerleştiriyor. Oysa nefret her üç konumdan sevgiyi silmekle
meşgul. Birileri intikamı nefretin gerekçesi sayıyor. Sevgi’nin son
koruyucuya kadar ki koruyucuları ölürken Nefret’in besleyicileri
karanlıkta yaşamaya devam ediyor. Zor bu dönemin sineması çekilene
kadar, geçmiş dönemlerden birinin sineması geliyor ekranlara…
Eşrefpaşalılar, emekleyerek ilerleyen bir sinema kültürünün ürünü. Ve bu
ürün -bu yazı iyi bir analiz olmasa da- iyi bir analizi hak ediyor.
Tematik/yarı biyografik filmlerin en büyük sıkıntısı, zaman-serim
ilişkisinin, kurgu-sunum ilişkisine kattığı ivmenin düşüklüğünde ya da
yüksekliğinde ortaya çıkıyor. Düşük ivme, kurgunun sunuma katkısını
azaltıyor; sunumun, sinema iç zamanlarının takibini zorlaştırıyor.
Toplamda seyirci, yarı anlam sarhoşu yarı olgu sorgucusu olarak filmi
tamamlıyor. En önemlisi filmin sinematografik özelliklerini göremez hâle
geliyor. Sonuç olarak da filmin merkezi dağılıyor, mesaj
bulanıklaşıyor. Yüksek ivme de ise benzer sıkıntılar aksiyon
sahnelerinin etki alanını genişletiyor ve bu kez filmin serimi,
seyirciye daraltılmış aralıklarda sallantılar yaşatıyor; kurgu sunumun
ağırlığıyla etkisini yitiriyor. Sonuç düşük ivmeli filmlerde olduğundan
pek de farklı olmuyor.
Eşrefpaşalılar filmi, bu eleştiri klasmanında büyük ivme sorunu yaşamış
olarak değerlendirilmeli. Giriş bölümündeki yaygın zaman kullanımı (
Nusret’le ilgili cezaevi öncesi, cezaevi içi ve cezaevi sonrası
sahneler), gelişme bölümündeki zamanın daraltılmasına (Nusret-Davut
ilişkilerindeki bozulmanın olgunlaştırılarak işlenmemesi, Nusret’in
gayr-i meşru ilişkilerinin genişleme bölümünün yansıtılamaması) neden
olurken, oldukça kısaltılmış sonuç bölümü (Cenaze namazı sonrası
Nusret’in kırılmalarının kalıcı hâle gelmesinin yeterince işlenmemesi,
Tayyar ‘ın sonu ile ilgili sorgulamaların boşlukta kalması) temel
mesajın etkisini güçlendirmeyi hedeflese de doygunluktan yoksun kalmış.
Senaryo yazarı, aynı zamanda Nusret’i oynayan Burak Tarık. Tarık,
kabadayı âleminin raconlarını, kendine özgü kavramlarını ve davranış
kodlarını doğru kullanabilmiş bir senaryo yazarı olarak oldukça
başarılı. Senarist filmin temâsını da akıcı bir tabana oturtmuş olmasına
rağmen, kurgudaki aksaklıklar ve yönetmenin tamamlayıcı etkisinin
yeterli olmaması gibi etkenler olayların seriminin zorlaşmasını
engelleyememiş. Film, güzelliklerini senaryodan ve kurgudan haberdar
seyirciye saklıyor; bu da filmin ikinci kez izlenmesini zorunlu kılıyor.
Oysa hiçbir film ikinci kez izlendiğinde anlaşılmak üzere kurgulanmaz.
Filmin en büyük sıkıntısı da bu.
Filmin görüntü kalitesi, kamera pozisyonları kurgudaki sorunların
gölgesinde kalsa da dikkatli bir izleyici için gerçekten fena değil.
Işık yer yer kamera ile uyumsuz görünmekle birlikte sahnelerin görsel
etkisini arttıracak bir şekilde kullanılmış; metruk cami’de çekilen tüm
görüntüler takdir edilecek kadar iyi iken, gazinolarda ve mahalle
sokaklarında çekilen sahnelerde bazı aksamalar görülüyor.
Müzik olgu bütünleşmesi olayları senkronize etmiş; müzikler hârika. Yücel Arzen’i sesi ve müziğiyle algılayabildik.
Filmin başrollerinden birini kendisine ayıran senaristin oyunculuğu ile
ilgili eleştirilerin filmin ikinci kez izlendiğinde azalması gerektiğini
düşünüyorum. Genel kompozisyonda yetersiz gibi görünen Nusret’in (Burak
Tarık) oyunculuğundaki sorunlar, giriş bölümünde dikkatlerin
gerektiğinden fazla Nusret üzerinde yoğunlaşmasından kaynaklanıyor
olmalı. Senaristin doğal etkisi, kurgu sahibinin deneyimlerini olumsuz
etkilemiş görünüyor.
Turgay Tanülkü (Davut) kimi zaman abartı katmanlarını hızla geçiyor
göründü, fakat genellikle kendisi ile ilgili sahnelerde deneyimli bir
aktör olduğunu kanıtladı. Hüseyin Soyaslan (Tayyar) için Turgay
Tanülkü’nün abartı katmanlarını geçiş hızını ikiye katladı diyerek bir
not düşebiliriz; genel olarak iyi değildi; hatta filmde doğru olmayan
tek seçim diyebiliriz. Deniz Özpınar(Duygu) senaryonun kendisine
yüklediği rolü gerektiği gibi oynadı, yaşadığı sorunlar tamamen kurgu
ile ilgiliydi. Sermin Hürmeriç, Eleni rolünde gelişme bölümünün en iyi
oyuncularından biri olarak göründü.
Sinan Albayrak (Hoca), senaryonun kendisine yüklediği ağırlığı
taşıyabildi mi? Karar vermek çok zor. Senaryo donuk görüntüsünü biraz
canlandırıyor gibiydi. Bir Hoca’dan daha çok, Davut Ağa’nın dediği gibi,
‘kaldırım kargası’nı andırıyordu. Rolünü çok daha iyi çalışabilir,
mimiklerini kontrol edebilirdi. Fakat duygusal sahnelerde, kendisini
rahat bıraktığı anlar da seyirciye uygun motivasyon alanları bırakmayı
başardı.
Filmin en iyi oyuncu ödülünü Skoda rolündeki etkili oyunculuğuyla Ali
Yaylı’ya vermemek haksızlık olacaktı. Filmi, kurgusal sorunlardan
çıkarıp seyirciye taşıyan en etkili unsurdu. Yardımcı rollerdeki diğer
oyuncuların Nusret’in mahalleye dönüşünde dikkat çektiğini belirterek
oyuncularla ilgili bölümü kapatalım.
Dört hafta süren filmin çekimlerinde, Balat, Eyüp'teki Zal Mahmutpaşa
Külliyesi, Aksaray'ın gece kulüpleri, Bağdat Caddesi ve Cankurtaran'daki
metruk binalar kullanılmış ve 512 yardımcı oyuncu yer almış.
İlk üç günde 218 bin 246 kişi izlediği filmin konusu: İzmir
Eşrefpaşa’dan gelip İstanbul’a yerleşmiş iki dosttan biri olan Tayyar,
büyük bir mafya lideri olurken; Davut, namusuyla kahvesini
işletmektedir. İkisi de aynı kadını sevmiştir, fakat Madam Eleni,
Davut’u sevmesine rağmen Tayyar ile evlenmek zorunda kalmıştır. Tayyar,
gönlünün Davut’ta olduğunu bildiği Madam’ı ortada bırakır. Tayyar,
Davut’un evlâtlığı Nusret’i kendi yoluna çekerek intikam almayı düşünür.
Nusret iki dünya arasında bocalarken mahallenin metruk camisine bir
Hoca tayin olur ve olayların seyri değişmeye başlar.
Senaryo’nun kalitesine dair birkaç notla ilerlemek gerekirse…
Hoca iki eski dostun arasındaki aşk ve intikam hikâyesine ortasından
dalıyor sıradan bir ayrıntı olarak gelip merkeze yerleşiyor… Ekmek çalan
çocukla başlayan film, yine başka bir şey çalan başka bir çocukla
bitiyor.
Kabadayı önyargısı karşılıyor kahvede Hoca’yı. Çay isteyen Hoca’yı sivil
polise benzeten Davut Ağa, kendi özel diliyle rolüne giriş yapıyor: “O
zaman size ufak bir tanıtım yapayım. Biz burada kaldırım kargalarını
sevmeyiz. Çayını iç, ince ince yaylan. Bu mıntıkaya da fazla meyletme!
Hani tıraşın gelir, façan bozulur.” Çayı içmeden kalkıp parasını ödemek
isteyen Hoca’ya Davut Ağa:“Misafirden para almayız.”,diyor. Hoca
tavizsiz: ”Misafir değiliz.” diye cevap veriyor.
Filmin kabadayı literatürüne bir katkı daha “Yekten cavla Kamuran!”diye
bağırıyor Davut Ağa. Ortos, Portos, Aramis lakapları ile notalar
canlanıyor Dümbelek, Keman ve Klarnetten oluşan ayaklı orkestra ile.
Nusret ağzında jilet, Adanalılara caka basıyor… Koğuşa girişiyle
kendisini tanıtan kayık ceketli bir adam; Adana Kapalı’dan Deve İdris…
Doğrudan hedefe yönlenen kafasıyla başlayan Falçata Nusret serenâtı:
“Sen buraya nakil oldun da senin beynin dışarıda kalmış. Bu civarda
ölümlerin ekserisi beyin yetmezliğinden olur. O yüzden kafayı devirli
kullanacaksın!” Kafa yetmeyince ceza çay ikramıyla devam ediyor.
Demlikle ağzına çayı ve sıcak suyu boca ediyor.
Ve Skoda: “Euzu bis…bis… öğrenemeyeceğiz bunu..neydi?...” çaldığı ev
eşyalarını camiye taşırken korkusunu yenmeye çalışıyor. Hoca’nın, “Ben
buranın yeni görevlisiyim.” Tanıtımına cevabı, “Ben buraya yeni görevli
istemedim ki!”
Hoca’nın çalınan çantasından çıkan kitaplar; Vehbi Vakkasoğlu:
Başkasının Günahına Ağlayan Adam ,Said Nursi’nin kırmızı ciltli
kitapları ve birkaç farklı kitap daha.
Kabadayı Davut Ağa’nın bilinçaltındaki köklü ses: “Olmaz Hoca! Seni orada yatırırsak Allah çarpar bizi.”
Hoca’nın türbelere karşı tutumu… Mezarda bulunan uyuşturucuyu yakması…
metaforlar... sahipsiz camii… hırsız… uyuşturucu… küresel sorunlar…
“Onlar bize gelmezlerse, biz onlara gideriz.”
Hoca etkisinin hissedildiği ilk anlardan biri; ağzı burnu dağılmış Skoda
ve burnu çizilen Hoca’yı gören Davut Ağa’nın ağzından çıkacak olan
küfrü modifiye etmesi: “Bu Hoca…Bu Skoda… Bu saniyeden sonra bunların
kılına dokunanın anasını, avradını… asfaltta koştururum. Bu böyle
biline!”
Falçata cezaevinden çıkıyor… Taksinin ön koltuğu ağa yeri…
Hoca’nın ikinci etkisi, Hoca’yı gören Kamuran’ın rakıyı saksıya dökmesi…
Nusret’in Duygu ile pamuk şeker yemesi… Davut Ağa’nın Nusret’e kötü
işlere bulaşmama tavsiyesi... Tayyar’ın Nusret’i mahalleden, yani can
düşmanı/kan kardeşi Davut’tan koparmak için çektiği nutuk: “Mahalle
hukukuyla devam edersen, şehir kanununu öğrenemeyeceksin.”
Nusret’i Tayyar’a kaptırdığını anlayan Davut Ağa’nın gece boyunca içmesi
ve yenilmişliğin hüznüyle Hoca’ya içini dökmesi: “Bu çocuk her şeyi
kaybettiğim zaman geldi. Bu çocuk aşkın bittiği zaman geldi. Kan
kardeşimin madiğin dik alasını atıp gittiği zaman geldi, Hoca! Hoca,
Nusret ne demek biliyor musun?",“Yardım!”, “İçimizin bütün muhabbetini
ona akıttık.”
Ekmek çalan çocuk Abdullah, Hoca ile birlikte camide…
Filmin en etkili repliklerinden biri… Davut Ağa:
“Dostla düşman beraber çoğalıyor.”
Kılınacak ilk Cuma namazı için cemaat oluşturulması ile ilgili sohbette,
Davut: “Aslanım, ben camiye en son gittiğimde kısa don giyiyordum.”
Hoca: ”Yine gelmek isterseniz kısa bir don ayarlarız bir yerlerden…”
Sokaktan Cuma cemaati toplamak…
Bir iş kurma teklifine olumsuz cevap veren Nusret’e Davut Ağa: “Bu
yaştan sonra harama el sürüp, adıma leke sürersen, seni kendi ellerimle
vururum… Evlat demem vururum.”
Cuma sahnesi; 11 kişi,yağmur… Skoda şemsiye’nin altına sığınmaya çalışıyor…
Mezar taşı okuyamama… Mahallede okur yazar üç kişi…
Hırsızlıkla geçinen Skoda’nın müthiş diyalektiği: ”Bak Hoca! Bu iş benim
için iş değil, bir hayat tarzı, bir bakış açısı. Şimdi benim Robin
Hood’dan tek farkım fakirlere vermiyorum, o kadar. Yani bu hayatı
bırakmamın imkânı yok.”
Kahvedeki bir sohbet ânı… Tasavvuf’a eleştirel bir bakış… Bakkal
Muhterem: “Abdulkadir Geylani hazretleri annesinden evvel doğmuş,
diyorlar. Bu nasıl oluyor?”
“Melekler ne iş yapıyor? Azrail aynı anda birçok kişinin canını nasıl
alıyor? Ölüm…“ gibi sorulara karşılık, Hoca fizikten astronomiden
bahsediyor; tekkeye karşı medrese…
Kırılma anı; Kahve’de dinî sohbete müdahale edip, ticaretine aracılık
ettiği eroini yakan Hoca’yı tokatlamak isteyen Nusret’e, tokatla
karşılık veren Davut Ağa, bundan sonraki tarafını belirliyor. Tayyar’a
kaptırdığı evlatlığını tümden siliyor…
Hoca’nın çocuklarla top oynaması ver çocuklara gazoz ısmarlaması…
Mahallenin çocuklarına Türkçe dersi vermesi… Cümlenin ögeleri… Mehmet
Akif…
Karanlık âleme dalan Nusret’ten umudunu kesen Duygu gece hayatına
başlıyor. Nusret, evin giriş kapısındaki basamağa gece karanfil koyuyor,
eğlence mekânlarından dönen Duygu karanlıkta karanfili görmüyor eziyor…
Duygular, karanlığın altında eziliyor.
Skoda çaldığı eşyaları çaldıklarına dağıtıyor… Aç gözlü kadına “Nerden
ne çaldığımı iyi bilirim.” Diyerek, kadının evinden çaldıklarını
almasına izin veriyor.
Mahalleden kopan Nusret Memduh’a iş verilmesini sağlıyor bir gazinoda…
Memduh mahalleyi terk eden Nusret’in yardımını reddediyor…
Cami’ye Halı tedariki meselesi… Hoca Skoda’nın gelen halıları
çaldığından şüphe ile önyargılı… Oysa halılar, esnaftan cami’ye bağış…
Hoca’dan serlevhâlık söz:
“Onlar bize gelmezlerse, biz onlara gideriz.”
Nusret’in Kulak kesme sahnesi… Kulak kestiği mekânda rastladığı Duygu’yu
zorla alıp eve götürmesi… Nusret’in gece sahilde geçirmesi; bankta
sabahlaması... düet… mahalleye dönmesi… simitçi, bakkal, herkes küs…
Duygu’nun penceresine attığı cevapsız kalan minik taş…
Bu arada gece… Duygu resimleri yakıyor ve intihara teşebbüs ediyor…O sırada Nusret yüzük ve gül demeti almakla meşgul…
Hoca: “Öğretmenin, öğrenmenin bir mimarisi yok… Köprüyü suya göre yapmak gerekir.”
Duygunun ambulansla taşınması… yağmur… elde gül; bağırıyor Nusret… Camiye geliyor.
Yağmur yağıyor; elinde ustura bağırıyor:
“Namlusunun ucunda, usturanın ağzında yaşayan ben sekiz kez postu
deldirdim, iki kez ölümden döndüm ben… Kargalar yüz küsur yıl kelebekler
iki gün yaşıyor.”
Parmak göğe doğruluyor:
“Eğer senin adaletin buysa, yaşamam ulan ben bu hayatı!”
Bileklerini kesiyor:
”Şimdi görelim bakalım öteki hayatı.”
Önce ustura düşüyor, sonra kendisi..
Hoca namazını bitirip çıkıyor bağırtıya: “Ne yaptın be çocuk!”
Tayyar’ın terk ettiği karısı Madam Eleni, gençliğinde âşık olduğu Davut
Ağa’ya: ”Ölmeye gelince cesur, sevmeye gelince korkaksın.”
Davut Ağa: “Gâlü belâ’da soru sordular. Aşk mı racon mu? Biz raconu seçtik!”
Eleni: “Şu yeni gelen Hoca’nın gözlerine bak! Ne görürsün, biliyor musun? Aşk. Hem de insanlığa yetecek kadar çok.”
Nusret ve kız görüşüyor hastanede… Buzlar eriyor. Nusret cami bahçesine
gül dikiyor mahalleli ile birlikte… Hoca soruyor: “Kelebekler neden iki
gün boyunca yaşar, merak ediyor musun sahi? Kelebekler, yemeden içmeden
nesillerini yaşatmak devam ettirmek için yaşarlar…”
Sonuç bölümü…
Tayyar, Hoca’yı ziyaret ediyor: “İntikam şansımı elimden aldın.” Diyor,
mahalleyi terk etmesi için tehdit ediyor. Çocuk Abdullah; rehin… Tayyar,
Davut Ağa’yı kabadayı düellosuna davet ediyor. Hoca’yı neden koruduğunu
soran Tayyar’a, Davut: “Çölde bahçıvanlık yapan adam Hoca. Sen çiçeği
bilmezsin ki bahçıvanı nereden tanıyacaksın.”
Tayyar’ın mertliğe sığmayan bir saldırısıyla Davut Ağa ölüyor. Hoca’nın
koruyucusu gidiyor. Cenaze namazı..yeniden başlama zamanı… Hoca
mahalleyi düzene koyduktan sonra gidecek oluyor. Nusret: “Davut Ağa sen
kal diye gitti. Sende gidersen çiçekler ne yöne bakacağını şaşırırlar…”
Film başladığı gibi bitiyor. Bir çocuk bakkaldan bir şeyler çalıyor ve kaçıyor. Bakkal Muharrem yine peşinde…
Ekrandaki son görüntü; Puslu bir İstanbul, puslu bir İstanbul hayatı…
faruk tamer
Film İle İlgili Teknik Bilgiler:
Yönetmen: Hüdaverdi Yavuz
Senaryo: Burak Tarık
Kurgu: Engin Öztürk
Oyuncular: Turgay Tanülkü(Davut), Sinan Albayrak(Hoca), Deniz
Özpınar(Duygu), Ali Yaylı(Skoda), Burak Tarık(Nusret), Hüseyin
Soyaslan(Tayyar), Savaş Bayındır, Fırat Paşayiğit, Ömer Pekin, Serkan
öztürk, Sermin Hürmeriç(Eleni), Sibel öztük, Vural Arısoy
Müzik: Yücel Arzen
Görüntü Yönetmeni: Rico
Yardımcı Yönetmen: Hatice Dere
Yapımcı Firma: Imagine Entertainment
Yapımcı: M. Yusuf Kulaksız
Uygulayıcı Yapımcı: Sadık Özer
Sanat Yönetmeni: Ege Dora
Ses: Çağdaş Karagöz
Işık Şefi: Aydın İz
Post Produksiyon: Digi Flame
Kostüm: Didem Çopur
Düet: Devrim Gürenç, Yücel Arzen
Proje Danışmanı: Prof.Ali Fuat Bilkan
Filmin Türü: Dram,
Orijinal Adı: Eşrefpaşalılar
Yapım Yılı: 2010
Yapım Ülkesi: Türkiye
Orijinal Dili: Türkçe
Dağıtıcı Firma : Medya Vizyon
Resmi Sitesi: www.esrefpasalilar.com.tr
Vizyon Tarihi: 05 Mart 2010 (Türkiye)
Filmin Süresi: 100 dakika
Sinema eleştirmenlerinin yorumları(Vatan Gazetesi):
Alper Turgut (Cumhuriyet):
'Cemaat sineması mı?'
"Eşrefpaşalılar, dine sıkı sıkı sarılırsan hayat çok daha güzel olur
gibi bir misyoner söyleme takılan ve bildik Yeşilçam formülünü baz alıp
eski tip sinema anlayışıyla kotarılmaya çabalanan kötü ötesi bir film.
Akıllara takılan soru ise şu; yeni nesil bir cemaat sineması mı doğuyor?
Rivayet odur ki; Eşrefpaşalılar, Fethullah Gülen'in İzmir'de hocalık
yaptığı dönemi anlatıyormuş. Kaldı ki; film gösterime girmeden satılan
biletler ve yapıma destek atan sponsorlar, kuşkusuz bu iddiayı doğrular
nitelikte."
Uğur Vardan(Radikal):
'Buyrun İslam'ın 'Gülen' yüzüne'
"Eşrefpaşalılar, sinemamızın erken döneminde 'ideal kurtarıcı' olarak
çizilen 'öğretmen'in yerine 'imam'ı ikâme eden bir yapım. Hayatın
sistemin zorluklarından dolayı 'illegal' yollarla kazanılmaya
çalışıldığı bir ortama gelen cami imamı, bu sosyal dengesizliklere katkı
yapmaya, herkesi doğru yola çağırmaya çabalıyor. Bir 'tevatür'e göre
de, anlatılan kişi Fethullah Gülen, özellikle de 1966-71 yıllarını
kapsayan İzmir'deki vaizlik dönemi."
Yusuf Bülbül (Zaman):
'Aşk daha baskın'
"Bir mahallenin yıllardır kapalı olan, hatta hırsızların depo olarak
kullandığı camisine bir hoca tayin olsa, az çok neyle karşılaşacağını
tahmin edersiniz. Hoca, cami, mahalle gibi kavramlara bakıp filmin
didaktik ögelerle yüklü olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat filmde 'aşk'ın
yer yer ana hikâyeden daha baskın olduğunu söylemek yanlış olmaz."
Erol Bilem(SİYAD):
'Gülen mi bilmiyorum'
"Filmi beğendiğimi söyleyemem. Bir mahalle de camiye hocanın gelmesiyle
yaşananları anlatıyor. Üstelik filmde gösterilen cami de kırık, dökük
harabe gibi iken imamın azmiyle değişiyor. Fettullah Gülen'in hayatını
bilmem ama onun da hayatı camiye gidip gelmeleriyle bu şeklini
almıştır."
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.