Aslında babam hakkında daha kapsamlı bir film yapmak istiyordum. Başlangıçta niyetim onun kimselere benzemeyen taraflarına eğilmekti. Ama galiba film, babamın özgün ve beni hayrete düşüren taraflarını değil de, daha çok tipik, herkeste var olabilecek bir özelliğini öne çıkardı. Yaşama gücünü birbiri ardına edindiği amaçlarla, bunlara ulaşmak için giriştiği sonu gelmez mücadeleler içinde bulan, tüm vaktini bu mücadeleyi lehine çevirecek stratejiler geliştirmekle harcayan, bu yüzden de biraz bencilleşmiş ve insanlara güvenini biraz yitirmiş bir karakter çıktı ortaya.*
Nuri Bilge
Ceylan’ın babasının vefat haberi daha yeni düştü bilgisayar ekranına. Oturduğum
yerden kalkamadım. Sıcak çayımdan bir yudum aldım biraz sonra. Bir şeyler
yazmak istedim bu bilge adamla ilgili. İlk kez oğlunun Kasaba filminde karşıma
çıkan ve beni büyüleyen bakışların sahibi yaşlı bilge. Sarı çayırların
ortasında uyuyakalan, akşamın alacasında ateşin başında torunlarına ve
çocuklarına Birinci Dünya Savaşı günlerinden bahseden güzel insan.
Birde bu
kasabadan önce çekilen ama benim çok sonraları izlediğim yönetmenin ilk ve tek
kısa filmi Koza’da, sevdiğinin gözlerine tam olarak bakamayan bir erkeği
canlandırdığı rolü.
"Koza" garip bir filmdi, senaryosu yoktu, aklımda
birtakım fikirler vardı; ancak çekimi çok uzun sürdüğü için yolda sürekli
değişiyordu bu fikirler. Eski Rus filmleri satın aldım çok ucuza ve çok ucuza
eski bir kamera da buldum. Okuldan sonra bir kısa filmde çalışmıştım. Arkadaşım
Mehmet Eryılmaz'ın çektiği bir kısa filmdi bu. Onda oyunculuk yaptım ama asıl
amacım bütün aşamaları görmekti. Doğrusu bu filmde çalışmakla okulda
öğrendiğimden çok daha fazla şey öğrendim; bu beni cesaretlendirdi. O filmin
çekildiği eski kamerayı satın aldım Satın aldım çünkü çekimi çok uzun bir süreye
yaymak istiyordum, ne yapacağım belli değildi, senaryo konusunda zorlanıyordum.
Sanıyorum, bir seneyi geçti o 20 dakikalık kısa filmin çekimleri. Bütün
boşluklarda, fotoğraf çekmeye gider gibi, Çanakkale'ye gittim. Annemi babamı
oynattım; çünkü ekibin her zaman elimi uzattığımda orada bulabileceğim insanlar
olması gerekiyordu. Sonunda "Koza" diye bir şey ortaya çıktı. Bu
filmin bir kısmını tek başıma çektim ve tek kişilik farklı asistanlar bazen
yardımcı oldu. Ama, yine de, çektiğim filmlere baktığımda en zorlandığım film
"Koza" olmuştur; çünkü bir kere başladığınızda ve bir şey ortaya
çıktığında artık cesaret kazanıyorsunuz. Düğüm çözülüyor.**
TAŞRANIN BÜYÜK BİLGESİ-MEHMET EMİN CEYLAN
Sonra
ardından gelen Mayıs Sıkıntısı. Nuri Bilge Ceylan’ın bütün aile efradına saygı
duruşunda bulunurken özellikle onu ön plana çıkarıyordu. Yazının başında
alıntıladığım bu söyleşi de babasının kendisi için ne kadar önemli olduğunu da
vurgulamaktaydı büyük yönetmen. O film bazı festivallerden özellikle oyuncu
kadrosu ile ödüller de aldı. Yönetmenin anne ve babası ile kuzeni ve
arkadaşından oluşan bu oyuncu kadrosu Cannes’dan ödülle dönen Uzak için de
oyuncu tercihlerini değiştirmeyecekti.
Mayıs Sıkıntısı
bir yönetmenin film çekmek amacıyla ailesini hem ziyaret etmek hem de film
çekmek için oyuncu bulmasını anlatıyordu. Bir nevi Kasaba’nın arka planını
anlatarak aynı konu üzerinden tatlı bir güzellik sunuyordu izleyicilere.
"Mayıs Sıkıntısı"; "Kasaba" filmini çekerken
gözlemlediğim şeylerden ortaya çıktı. Bir de beni zaman zaman -gençliğimden
beri- varoluş şekliyle hem şaşırtan hem hayran bırakan hem de güldüren ve
kendine has bir adam olan babamı anlatma arzusuyla ortaya çıktı.***
Filmin
içerisinde yönetmenin babasının da apayrı bir öyküsü vardı. Ekip biçtiği her
gün itinayla kilometrelerce bisiklet sürerek ulaştığı bahçesinin
“kadastrocu”lar tarafından alınacağı için tedirgindi amcamız. Kimi zaman
bahçesinde onları tedirgin bir şekilde beklerken kimi zaman da kasaba esnafı
ile şaşkın bir şekilde sohbet ederken bu büyük koparılmayı yaşayacak olmanın
garip hüznü vardı üzerinde.
Sonra İklimler
filmi. Yönetmen, burada Mehmet Emin Ceylan’ı kendisinin ve eşinin başrolünde
olduğu akademisyen fotoğrafçının babası rolünde oynatıyordu. Mehmet Emin
Ceylan, çok kısa da olsa başında şapkası ile karşımıza çıkıyor ve Kasaba ve
Mayıs Sıkıntısı’nda büyülenen izleyiciyi yine mest ediyordu.
Sonra hiçbir
zaman karşıma çıkmadı Mehmet Emin Ceylan. Sadece Nuri Bilge Ceylan ve ablası
Emine Ceylan’ın birlikte açtıkları “Babam İçin” sergisinde yaşamın büyük bir
sürprizi karşıma çıkana dek. O fotoğrafları müze**** yönetiminden istedim ve sağ
olsunlar gönderdiler. Sonra bir CD nin içerisine toplanmış o fotoğrafları uzun uzun inceledim. Bir ırmağın kıyısında uzaklara
bakarken, uzun yeşil çayırların üzerine yüzüstü uzanırken, evinin somyasında
gelişigüzel uzanırken veya bir yağmurun ardında ıslak gözlerle tüm evreni
süzerken. O fotoğraflardan aklımda kalan en önemli ayrıntı Mehmet Emin
Ceylan’ın hüzünlü gözleriydi. O hüzünlü gözler ki beni sinema masalının
içerisine çekti ve sonra o eşsiz girdabın içine sürükledi.
Onu yine
oğlu en iyi anlatmakta. Bu yazıyı da onun sözleriyle bitirmek en iyisi:
Babam memurdu orada, ziraat mühendisiydi. O ilişkileri, hükümet
konağındaki hiyerarşiyi çok iyi hatırlıyorum... O hep beni rahatsız etmiştir.
Bir üst basamaktaki her zaman bir alttakini aşağılama hakkına sahiptir. Bir
sahneyi hiç unutmuyorum. O zaman çok fakirlik vardı, memurlar da daha zengin
değildi halktan; hepimiz yamalı pantalonlarla gezerdik, çoraplar yamanırdı,
ayakkabılara pençe yaptırılırdı, kesinlikle birden fazla ayakkabımız olmazdı.
Daha ucuz olsun diye babam bir traş makinesi almıştı, bizi o traş etmeye
başlamıştı... Alabros diye bir traş vardı, arkada saç olmaz, önde birazcık
olur, ama o geçişin çok hassas bir şekilde yapılması gerekirdi... Yapılamadığı
zaman sert bir geçiş olurdu... Bir gün hâkimle savcı, tam arkadaşlarımla
oynarken geldiler. Babamla aralarında her zaman bir iktidar ilişkisi vardı, bir
astlık üstlük sorunu yoktu ama, birbirlerini aşağılamak için fırsat
kollarlardı. "Oğlum, kim traş etti seni?" dedi hâkim.
"Babaam" dedim ben oyunu bırakıp. Birbirlerine baktılar, şöyle bir
kafa salladılar. (Gülüyor) Ben bunun önemli bir şey olduğunu anlamadım tabii.
Sonra babama anlattım, ama öylesine anlatmıştım, büyük bir olay gibi değil.
Birden bunun annemle babam arasında bayağı bir olay olduğunu hissettim. Böyle
"vay, eşşğoğlueşekler" falan diye... Bayağı bir sinir olmuşlardı.
Bütün memurlar arasında böyle bir mücadele vardır. O yüzden aklımda hep öyle
bir karakter vardı, hâkim, kaymakam falan gibi. Bunların sadece arkalarından
küfredilirdi, yüzlerine karşı hep "efendim" denirdi.*****
Mekanın
cennet olsun Taşranın Büyük Bilgesi.
adnan söylemez
* Esra Aliçavuşoğlu, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Aralık 1999
** Burçin S.Yalçın, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Popüler Sinema Dergisi, Aralık 1999
**** Burçin S.Yalçın, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Popüler Sinema Dergisi, Aralık 1999
****Milli Reasürans Sanat Galerisi
***** Yücel Göktürk - Sungu Çapan, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Ocak 2000
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.