Haliç’te Simon Avı


"İnsan güvendiği, sevdiği, sonuna kadar inandığı insanlara bile bir örgüt içine girdiği zaman her türlü kötülüğü yapabiliyor." Hanefi Avcı, Emniyet Müdürü

Hanefi Avcı, klasik istihbaratçı alışkanlığıyla ürettiği kodu, ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ı, yazdığı kitabında ad olarak kullandı. Hiç şüphesiz bu kod, başarılı bir analiz-sentez-tez ürünü. Ünlü İngiliz casusu Ian Fleming’in James Bond serilerinde kullandığı adlardan bazıları ’İnsan İki Kere Yaşar, Ölümsüz Elmaslar, Yaşayan Gün Işıkları’. Avcı’nın analitik düşünce sistemindeki uzmanlığına hayran olmamak mümkün değil.

Aslı çıktıktan bir hafta sonra (
20 ve 27 Ağustos 2010) kitabın korsanının piyasaya sürüldüğünü yine yazardan ve yayınevinden duyduk. Raflar henüz kitabın aslıyla tanışmadan, kaldırımlar ve üstgeçit altları Haliç’te Yaşayan Simonlar’ı yok sattı. Kitap dağıtım ağının Türkiye’de ne kadar hızlı(!) çalıştığına şahit olanlar için bu durum asla normal değildi. Normal değildi, çünkü; Hanefi Avcı 26 Ağustos’ta NTV’de Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır’la mülakâtında bazı arkadaşlarının kitabın geciktiğinden bahisle, kitabı son hâline getirmeden gönderdiğini söylüyordu. Acelenin sebebi 12 Eylül Referandumu öncesinde bir korku anaforu oluşturabilmekti. Plan başarıya ulaştı. Kitap, 'Hayır' oylarının artmasında etkili oldu.

Bugün kitabın cemaat ile ilgili ikinci kısmının bir ekip tarafından hazırlandığı tezleri üzerinde şiddetli tartışmalar yaşanıyor. İkinci bölümdeki anlatım dili ile birinci bölümdeki anlatım dili ve kanaatler arasında büyük farkların olması şüphelerin netleşmesini sağladı. Birinci bölüm Ergenekon türü yapılanmaları şiddetle eleştirirken, ikinci bölüm Ergenekon ile ilgilisavunmacı bir perspektifle, daha zıt ve kısa tekrarlar içeriyordu. İlk bölüm, deneyimli bir devlet adamının , AB ile üyelik müzakerelerinin başladığı 1999 öncesi Devlet algısının özeleştirisini yapan, Demokratik Açılım,Ergenekon Operasyonları dâhil hükümetin benzeri birçok icraatını onaylayan, gerçekten nesnel bir aydınlıkla iç açarken, ikinci bölüm 2007’den bu yana alışılagelen 137 gazeteciden birçoğunun dilindeki karanlığın çamurlu manyetik alanı ile kuşatılmıştı. İddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün asker, emniyet ve adalet sistemi içerisinde kontrol dışı bir güç oluşturan cemaatin ürünü bir komplo olduğunu söyleyen kafası karışık bir anlatım vardı.

26 Ağustos’ta NTV’de mülakâtı izlerken -
kitabı henüz okumamışken- aldığım notlar:
“Ruşen Çakır, kitaptan alıntı yaparak soruyor: "Bugüne kadar uğruna mücadele verdiğim tüm değerlere saygımı yitirdim, diyorsunuz?" Hanefi Avcı gayet sakin, ‘Evet’ diye cevap verip bu kitabı neden yazdığını anlatmaya başlıyor. Cemaati kötülemesi, güya deşifre etmesi bir yana, ki; bunu yapabilir, normaldir. Ancak Ergenekon çetesini savunması bir yana. Güvenilirliği ortadan kalkıyor bu savunmayla... Zaten başka açıklamaya yapmaya gerek yok. Hanefi Avcı savunduğu yerlerle açıkça anlatıyor... Sökülen çorap ipinin ucunun kendisine ulaşacağından endişeleniyor; dinlendiğini biliyor. Bu yüzden yazmış kitabı bence; savunma alanı oluşturmak, kendini korumak. Saldırı en iyi savunmadır, prensibi... Sistemin tehlikede olduğunu söylüyor Hanefi Avcı; sanki mevcut sistem tüm sorunların kaynağı değilmiş gibi! Açık değil mi? Hanefi Avcı kendi vicdanını dinleyerek, bunu yapmak gerektiğini düşünerek yazmış, yapmak zorundaymış... Hanefi Avcı, korunması gerektiğini düşündüğü ve savunduğu sistemin adamı... Bu kitabı yazması kadar doğal bir şey olamaz. Keşke başından sonuna kadar cemaat içine sokulmuş olduğu intibaı oluşmamış olsaydı; daha inandırıcı olurdu. "Siz kalkarak PKK, Hizbullah, Dev-Sol Ergenekon tarafından kurulmuş kullanmış diyemezsiniz, siz kalkıp devletin istihbarat merkezini (Kozmik Oda) basamazsınız, bir başsavcıyı(Cihaner) tutuklayamazsınız" diyor işte tam şu anda (12:21, 26.08.2010). Hanefi Avcı diğerleri gibi kendini deşifre etmek zorunda kalmış olmanın acısı içinde...”

26 Ağustos’tan bu yana Haliç’te Yaşayan Simonlar tartışılıyor. Gün geçtikçe değeri azalan tartışmalarla birlikte, Hanefi Avcı süreci istediği gibi yönetemeyeceğinin farkına varıyor. Hanefi Avcı, Ergenekon savunmasında
 ‘diyemezsiniz, yapamazsınız, edemezsiniz’in nedenlerini açıklamak zorunda. O’na göre diyenler, yapanlar, edenler ‘cemaat üyesi’ peki ya değil iseler? O zaman akla bir sürü soru takılmayacak mı?

Avcı,
“Ben onların polis içine, adliye içine girerek bugünkü adalet mekanizmasına, suç soruşturmalarına karışmalarına karşıyım. “ derken cemaatin intikam alma ihtimalinin kesin olduğuna mı inanıyor? Emniyet güçlerini, savcıları konumları itibarı ile şüpheli hâle getirerek yaşayacağına emin olduğu hukuki süreci şaibeli hâle getirmek niyetinde mi?

Ruşen Çakır’ın,
 “İlk defa adı Fethullahçıya çıkmış bir polis şefi tarafından dile getiriliyor bu olaylar. Gülen cemaatinin öteden beri düşmanı olan birçok kişi değişik kitaplar yazdı, yayınlar yaptı hatta TSK' nın el altından beslediği bir takım sitelerden bunların yapıldığını biliyoruz. Dolayısıyla buradan sizin bunları söylüyor olmanız olayı çok farklı kılıyor.” Yorumuna, Hanefi Avcı’nın “Ben o cemaatin taraftarlarının büyük kısmını tanırım ama bu cemaatte olsa bu devletin düzenini sistemini bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Burada devletin sistemini düzenini bozma faaliyetleri var. Yoksa ben cemaatin birçok faaliyetinin faydalı olduğu inancındayım. Gelecek nesil yetiştirme adına bu ülkeye önemli hizmetler yapıldığına inanıyorum.” Cevabı, cemaatin izin verilen sınırların dışına çıktığı imâsında mı bulunuyordu?

Star Gazetesi yazarı Şamil Tayyar’ın Hanefi Avcı’ nın susurlukta
 ‘Perdeleme’ yaptığını söylemesi gerçeği yansıtıyor olabilir miydi? 20.07.2010 tarihli sol tandanslı bir haber: “Hanefi Avcı, bölgedeki ilk önemli faili meçhul cinayet olan HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın da JİTEM tarafından öldürüldüğünü ve Susurluk kazasında ölenlerden biri olan dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ'ın bu olayda JİTEM ile organize hareket ettiğini açıkladı. Bulunduğu her görevde gerçekleri ortaya çıkarıp üzerine gittiği vurgulanarak bir "idol" haline getirilen Hanefi Avcı, 1984-1992 yılları arasında Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü olduğu sırada yaşananların sorumlularından biri olduğunu verdiği ifade ile teyit etmiş oldu.” http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/hanefi-avci-itirafci-mi-haberi...
...
Türkiye’nin son otuz yılının bilfiil içinde bulunan ve mezkur mülakâtta,
 “Bu olayların bu raddeye gelmesinde sadece günah Abdullah Öcalan'da mıdır, sadece PKK'da mıdır? Bizim günahımız suçumuz yok mudur? Bence bizim günahımız daha büyük.”itirafına rağmen devlet içinde çöreklenmiş her türlü küresel çeteden habersiz bir istihbaratçı olarak hiç inandırıcı olmuyor. 1984’ten 1992’ye kadar Diyarbakır’da görev yapan Hanefi Avcı’nın şu itirafı“Bu konuda kişileri suçlamak çok kolay fakat siz devlet olarak 1999'a kadar tek sorgu yöntemi haline getirmişsiniz işkenceyi. İnsanları alarak bilgi alma yöntemine koymuşsunuz. Bütün devletin tüm soruşturma mantığı bu. Burada beni, seni, onu suçlayamazsınız.” http://www.ntvmsnbc.com/id/25126189/ PKK olgusunu büyüten asıl unsurların, birilerinin planlı davranışları olduğunu net bir şekilde gösteriyorsa, Avcı’nın bu saiklerle kendilerini bu yola iten tüm ulusal ve uluslar arası güçleri anlatmış olması gerekmez mi?Oysa Avcı eserinin 155. sayfasında dış güçleri tamamen aklıyor:”…objektif olunduğunda ABD, AB ve diğer tüm aktörlerin Türkiye’yi desteklediği görülebilir.” Bir istihbarâtçı bunu söyleyebiliyor.

Avcı, abartının boyutlarını sık sık ‘mucize ötesi’ ne taşıdığı kitabının 28.sayfasında Encümen-i Dâniş Başkanı olduğu ileri sürülen (
Kurucu Meclis üyesi, eski Meclis Başkanı) dönemin Mersin Vâlisi Necmeddin Karaduman’ın stajyer bir komiser olan kendisi ile görüşmesini ’Sıradan bir görüşme değildi aslında, ama sebebini pek anlayamamıştım.’ şeklinde değerlendiriyor. Hanefi Avcı bugün bu sebebi anlamış mıdır? Anlamışsa bize de şimdi anlattığı gibi anlatabilir mi?

Sistemin tüm kılcal damarlarına sinmiş olan (
Bakınız, Türkiye’nin Zaferi, Seçkin Deniz) ve Türkiye’deki her türlü çatışmanın, katliamın, sosyal bozunmanın, suikastlerin, ekonomik çöküşlerin, siyasî krizlerin ve darbelerin ana sorumlusu olan masonik yapılanma hakkında bir kitap yazma gereği duymuyor olması, buna karşılık aynı masonik yapılanmaya karşı konumlanmış olduğu düşünülen cemaat yapılanmasını deşifre etmeyi, ’Burada devletin sistemini, düzenini bozma faaliyetleri var.’ gerekçesine bağlaması Hanefi Avcı’nın aynı gerekçeyle sayısızca kitap yazmış olmasını gerektirmez miydi? Cemaat bir tarafsa, cemaati deşifre etmeyi görev addeden Hanefi Avcı neyin tarafıdır?

Türkiye’de Hanefi Avcı’nın neredeyse tapındığı, daha sonra şiddetle eleştirip reddettiği Devlet’e ait bir düzen olmuş mudur? Böyle bir düzen varsa, bu düzen darbeleri, cinayetleri, soygunları neden önleyememiştir? Kuvvet Komutanı’nın, Jandarma Bölge Komutanları’nın, Cumhurbaşkanı’nın, gazetecilerin, bilim adamlarının öldürüldüğü bu kirli organizasyonları kimler yapmıştır, cemaat mi?

Bir istihbaratçı olarak Kardelenler Projesi ile makyaj yapan ÇYDD’nin faaliyetleri ve ADD’nin PKK işbirlikçisi olduğu fotoğraflarla kanıtlanan İşçi Partisi yöneticileri ile olan ilişkileri hakkında böyle bir kitap yazmış olması beklenen Avcı, bugüne kadar herhangi bir suça iştirak etmemiş olan bir cemaat hakkında neden kitap yazma gereği duyduğunu insanlara yeterince izah etmekte zorlanmaktadır.

Susurluk kazasından sonra hızla sistemin ana arterlerine yerleşen ve Türkiye’yi derin bir ekonomik, sosyal, siyasal bunalıma sokan çeteleşmenin boyutları irdelendiğinde bugün mahkemelerde yargılananların neler yaptığı açıkça anlaşılacaktır. Cemaat’in TSK ve Emniyet içindeki
 ‘İmam’ larını bilen Avcı, Türkiye’deki hayatı herkes için yaşanılamaz hâle getiren küresel çetenin emniyet ve TSK içindeki ‘üstad’larını da bilmekte midir? Cemaatçi olarak lanse ettiği hukuk personelini bilen avcı mason hukuk personelini de deşifre edecek midir? Cemaatin depoladığı bilgilerden bahsederken, Hür kardeşlerin depoladığı bilgilerden bahsedebilecek midir? Bir manifesto niteliğinde şu cümleleri “En önemli yanılgılarımızdan bir tanesi de her derde deva diye kabul ettiğimiz Atatürkçülüktü; ne olduğu bilinmeyen, içinin ne ile doldurulduğu belli olmayan bir kavram. Kendi keyfi fikirlerimizi veya günün koşullarına göre devletin uygun bulduğu uygulamaları Atatürkçülük adına savunuyoruz. Oysa aklın ve bilimin egemen olduğu bir yerde asla dogmaya yer yoktur. Hiçbir fikir tartışmadan muaf değildir ve edebi olarak değişmeden kalamaz. Eğer Atatürkçülük denen kurallar değiştirilemez, mutlak doğrular olarak kabul edilecekse, bu tür kabulün akıl ve bilim ile açıklaması yapılamaz. Değiştirilemez, mutlak doğruların var olduğu iddiasının kendisi de dogmatik bir yaklaşımdır ve temel laiklik anlayışına aykırıdır.”(Haliç’te Yaşayan Simonlar, S.333) sarfeden Hanefi Avcı ne için/kimin için Simonluk yapmaktadır?

Avcı,’nın
“Burada beni, seni, onu suçlayamazsınız.” Derken, -suç olarak telakki ve itiraf ettiği eylemlerin sahiplerini deşifre edeceği yer de- soyut bir kavram olan Devlet’i suçlu olarak ilan etmesini nasıl karşılayacağız? Devleti yönetenler itiraf ettiği suçlardan habersiz midir? Bu mantığa göre mi cemaatin lideri olan Fethullah Gülen’i cemaate isnad etiği suçlardan habersiz göstermektedir? Cemaatin ileri gelenlerini “Sınırlarınızı aştınız?” demek için mi uyarmıştır? Eğer öyleyse bu sınırlar nelerdir? Bu sınırlar herkes için-mesela masonlar, İsrail, ABD menfaatleri için çalışanlar için- eşit derecede önemli midir?

Kitabın adına yerleşen Haliç arıtılmadan akıtılan atık suların kokuttuğu dönemdeki 1994 öncesi Haliç. Haliç çevresinde yaşayanların bu kokuyu hissetmemeleri onları Hâliç’te yaşayanlar yapıyor. Simon,PKK'nın Bekaa Vadisi'ndeki halk mahkemesinde başkanlık yapmış ve kendi öz kız kardeşinin idama mahkum edilmesini onaylamış kişi. Hanefi avcının değerlendirmesi şu:
"İnsan güvendiği, sevdiği, sonuna kadar inandığı insanlara bile bir örgüt içine girdiği zaman her türlü kötülüğü yapabiliyor."

Oluşan kanaat şudur ki; Hanefi Avcı, bugün kitabına koyduğu adın sarstığı bir eleştiri metaforunda bizzat nesne olarak bulunuyor.
”Yıllarca Fethullahçı Emniyet Müdürü olarak taciz edilen biri olarak, vaktiyle içinde bulunduğu cemaate karşı, içine girdiği yeni örgüt için her türlü kötülüğü yapabiliyor. Avcı, Simon mu?“ demek zor. Çünkü; iddia olunan örgütle ilgili bir bağlantısı hakkında kesin bir yargı hükmü yok. İddia olunan Ergenekon örgütü, Devlet içinde oluşturduğu kokuya alışanlar için tam bir 1994 öncesi Hâliç… Devletin adaleti ise 2007’den beri Haliç’te Simon avında…

Hanefi Avcı konuşmalı, çok arzuladığı güzel Türkiye için gerçekten ve samimiyetle konuşmalı.



Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.