Yola çıkmış iki adam veya kadının hikâyesi her zaman ilgimi çeker. Gerçi insanların yola çıkması bile bir maceranın ateşleyicisidir. Yol yepyeni ufuklar açar insanın önünce. Yollar yanındaki insanı tanımak için de bir vesiledir.
Filmi ilk gördüğümde heyecanlandım. İki adam iş vesilesiyle bir yolculuğa çıkıyorlar ve bu yolculukta hem kendileri ile yüzleşiyorlar.
Güzel bir konu aslında. İnsanlar daha konformist daha kapalı bir yaşamdan daha zor olana doğru geçiş yaptıklarında sorunlar baş gösteriyor. Karşılıklı bir çatışma ortamı oluşturduğunuzda tadından yenmeyecek bir film sizleri bekliyor ama nafile. Böyle bir senaryo kalitesi filmin sonuna kadar sergilenmiyor. En azından pırıltı bekliyorsunuz o da yok.
Filmle ilgili ilginç bir yönde bu zor durumlar ile ilgili flashbackle iki kahramanın sonra yaptıkları durum değerlendirmesini de izliyoruz. Açıkçası bu durum değerlendirmeleri beni izleyici olarak rahatsız ediyor. Farklı bir mekan ve farklı bir atmosfer altında klipvari analizler çok ta samimi durmuyor.
Filmin sonunda yazacağımı başında yazdım ama filmle ilgili en önemli an bu aslında. Bir travmatik an yaşıyorsunuz lakin sonra iki adam yok şöyle yaptık böyle yaptık diyerek poz verip ahkâm kesiyorlar.
Baştan anlatarak ilerleyelim isterseniz…
İki ortak(Biri daha 40 lı yaşlara yaklaşmış diğeri ise daha genç. Yaşlı olan, yaşlı olan diyorum çünkü filmde genç olan sürekli yaşı çokta fazla olmayan diğer büyük ortakla yaşlısın diye dalga geçiyor ve ben bu vurguyu film bitene kadar anlayamıyorum.) bir iş bağlantısı için dört çeker araçlarını dağ yollarına vuruyorlar.
İlk başlarda en azından asfalt bir yoldan ilerliyorlar. Hava açık olmasına rağmen birden yolun kapalı olduğunu öğreniyorlar ve genç olanın macera tutkusu depreşiyor. Bu sefer yolun açılmasını bekleyen araç konvoyundan ayrılıp daha kısa olduğunu iddia ettiği bir sarp yola düşüyorlar.
Hava açıkken birden bozuyor. Zirvelere doğru ilerledikçe kar kış kıyamet geliyor. Ve yine bu iki adamın neden sürekli zirvelere doğru ilerleyip otele varamadıklarını anlayamıyoruz. Filmde temel sorun bu zaten, koskoca başarılı iki adamın neden sürekli basit ve mantıksız hata yaptıkları…
Filmin sürükleyici noktası iki yetişkin insanın nasıl yolda kaldıkları. Bu yolda kalma hadisesi de zaten yaşça daha genç olanın zıpırlıklarından çıkıyor. İnsan bir yaş bile genç olsa böyle tuhaflıklar yapar mı demeyin. Sağolsunlar bu filmde “sen yaşça daha küçüksün” deyip türlü yaramazlıklar ve afacanlıklar yaptırıyorlar.
Bol bol slalom atma hevesine kapılıp arabayı karın içine daldırınca mantıksızlıklar silsilesi de başlamış oluyor.
Koskoca araba yarım metre karın içine dalınca kalakalıyor. İzleyici devasa arabanın nasıl olsa içinden çıkarlar zannediyor ama senarist bunu da düşünmüş olacak ki, yaşça büyük olanı küstürüp yıkık köprü başına sürükletiyor.
Her ne hikmetse bu sefer arabayı kara saplayan zat-ı genç şahısta bu sefer köprünün dieğr başında beliriyor. Köprübaşı tiradları atıp tekrar arabanın yanına gitme hamlesi yaptıklarında birbirlerine kavuşuyorlar ama arabalarına asla…
Sonra zaten böyle mantıksız bir nedenden arabayı kaybeden iki insanın ne yapacaklarının da çok bir değeri kalmıyor sizin için.
Arabayı nasıl kaybettilerse öyle bulsunlar demek geliyor içimden.
Bazen yola çıkıyorlar ama araba yine yok…
Gece bir ağaç kuytusunda sabahı edip aralarındaki anlaşmazlıkların çözümü için uğraşıyorlar. Bu kadar keyfe keder iki adamın meğer ne kadar da çok dertleri varmış diyesi geliyor yorumcunun aziz okuyucu.
Film bitiyor. Benimse aklımda hiçbirşey kalmıyor…
Bir tek güzel kar manzaraları o da yaz gelince eriyecek bir kar…
adnan söylemez
yol, yolcu , yolculuk önemli kavramlar...elinize sağlık
YanıtlaSil