Acıya Sürgün İstanbul


Gözümdeki yaşı silen çocuk! Matemi yok eden yanıyla hatırlarım hep. Bendeki buharlaşmaya sebep O olduğu halde; hiç kızamadım, hiç toz konduramadım O’na. Benim gizli kalmış yanımdı, âşikâr etmeye yeltendiğim. Bir de çocuk yüreğimin sıla kabullendiği. Buranın geceleri gecelerine, gündüzleri gündüzlerine benzemiyor. Sığınacak âşiyânım, mahallem yok. Nakaratı dilimize takılmış, içimizde boğamadığımız şarkının sözleridir.


Çünkü güzeldir gözleri, çünkü O vazgeçilmezdir. Bizim her gece rüyalarımızı süsleyendir, barışı hatırlatan bir âbide, bir semboldür. Kırılgan, ölüme mahkum bir kelebektir, korunması gereken doğasına sahip çıkılmadığında. Amaçsız bir dilenci gibi yardım dilenir O. Vapurların sirenleri de bunun en belirgin örneği değil midir?

Siyahı siyah olmaktan çıkarır, en azından griye dönüştürür biz daha fazla umutsuz olmayalım diye. Nice yok olmalara rağmen, yağmurlarda erimeye niyetli değildir O. O münacaatımızdı, sindiğimiz kuytudaki çığlığımızdır. En büyük mezâlimi yaşayanlar, İstanbul’un tadına varıp da O’ndan ayrı düşenler(yaşarlar)dir! Hangi şehir böylesi vazgeçilmezdir ki? Dünyanın en güzel kızı ömrünün son günlerini geçirdiği kulesini O’na emanet etmiştir çünkü. Gözleri arkada kalmadan. Esvabı renkli, sokakları curcunalı, alıngan anlarında sükûna gömülür gibiydi saatleri. Eski İstanbul’u yaşamak isteyenler, renkli bir tabloyu dillendiren Musahipzâde Celâl Bey’in “Eski İstanbul Yaşayışı”. Georgina Max Müller’in “İstanbul’dan Mektuplar” gibi eserleri okumalılar. Yedi tepeli güzelliğini bilmeyen yoktur. Dillere destandır çünkü. Sağır sultan masallarına konu olmaktan istese de kurtulamaz. Allah vergisi güzelliklerine, insanların sanatsal yetenekleri de eklenince tadına doyulmaz oluyor ister istemez.

Eski İstanbul deyince, tarihsel güzellikleri diziliyor bir bir, gözler önüne seriliyor. Bu labirent şehirde ilk karşımıza çıkan meydanlar ve anıtlar, ardından hamamlar, medreseler, hanlar ve kervansaraylar, sıbyan mektepleri, namazgâhlar, kütüphaneler, saraylar, camiler, su kemerleri ve sarnıçlar ve tarih kokan kaleler…

Kar musikîlerini, Eylül sonu, Hayal şehir, Hüzün ve hatıra’sını okumalı Yahya Kemal’in. Fâzıl Hüsnü Dağlarca’nın, tamamını İstanbul’a ayırdığı kitabından “Sultan Mehmed’in Gemileri”ni okumalı. İstanbul türküsü, Kapalı çarşı, Gün olur, Efkârlanırım Orhan Veli’nin kaleminden okunup ezberlenmeli. İstanbul’u Orhan Veli’nin kulağıyla dinlemek gerekir. En yalın, en samimî haliyle o anlatır bize rüzgârın letafetli esişini; eski âlemlerin sarhoşluğunu, İstanbul’un ahvalini.Ondan dinlemek daha güzeldir. Fıkralarımızın içinde yer edinmiştir.

Sevgisinden, şüphe edilmeyenlerin mâşukudur. O vefa nedir bilmeyen yarın, gidip de mesken tuttuğu türkülerdir. Türk’üm diyenlerin müziğinde, sanatın en güzeliyle karşılanmıştır O. Yansıması olmayan masallar silsilesiydi O. Rüyaların kapısını çalan ninniler ufka açılmasını sağlayan anahtardı. Şefkat gömülü bir bağırdı. Gökyüzü mavisini bize sunardı. Biz hep bir şeylerin eksikliğini hissederdik. O boşluğu dolduracak ne bir yaşlının derin çizgili yüzüydü ne de yetim bir çocuğun şeker tutmamış elleriydi. Bunlar vahimdi gerçi; gerçeklerin acı olduğu kadarıyla dayanılmazdı da.

Siyah-beyaz resimler gibiydik, siyah-beyazlıktan kurutulamazdı hüzünlerimiz. Kenarına boşa iliştirmemişizdir; İstanbul bekliyor, gel gayrı diye. Suçumuza ortak etmişizdir O’nu. Masum da olsa yalanlarımız bizi yarı yolda bırakırdı. Biz İstanbul’un kesme taşla döşenmiş yollarında, acıya sürgün eylerdik benliğimizi. Ne de olsa, biz bizlikten çıkarız bir süre sonra. Yapamadıklarımızın acısıyla, yeniden pişmanlıklarımız gün yüzünde yer edinir. Bir kahvenin kırk yıl olan hatırını unutan dostlarımız vardır, İstanbul’un çeşitli semtlerinde. Biz yüreğimizin el değmemiş köşesinde dostluklarının üzerine sinmiş tozları sileriz. Güveniriz, bekleriz, umutlanırız. Dönmeyeceklerini bildiren tekme er-geç gelir çalar kapımızı. Yahya Kemal bizi burada da yalnız bırakmaz ve kulağımıza küpe sözlerini bir kez daha tekrarlar… Seven ve sevilmiş nâfile bekler. Bilmezler ki giden sevgililer bir daha dönmeyecekler…

** (Bu yazı daha önce VUSLAT dergisinde yayınlanmıştır.)

emine göl yılmaz


6 yorum:

  1. aşkın adı...istanbul konmalı...yüreğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  2. göz gördü gönül sevdi.benimde çocukluk aşkımdı.teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. sizin bu güzel yazınızın yorum kısmına fakirin şiirini eklemek istedim;

    İSTANBUL İLE HASBİHAL

    Yıllar var bakıyorum közlerimle ben sana
    Ters bir orantıdasın ve azalansın yazık!
    Niye böyle yorgunsun, ah bu hallerin nedir?
    Hayret, geldiğin yolda, bitmemeliydi azık!

    Bundan asırlar önce Gül’den duydum adını
    Müjdelenmişti Fatih ve onun erenleri
    Gönlümde iki yol var, inan sade iki yol
    Ya bizi İstanbul yap, ya onlar gelsin geri

    Bundan üç yıl önceydi Saray(ın)burnundaydım
    Boğazına bakarken boğazım düğümlendi
    Söyle İstanbul söyle, n’olur Allah aşkına
    Boğazına dizilen o hıçkırıklar neydi

    Üsküdarın mahsun mu, sahi Ortaköy nasıl?
    Yunus’un bülbülleri öter mi Emirgan’da?
    Altınlar takılırken ağacına eskiden
    Şimdi sevenlerinin gözleri dallarında

    Ahir zaman diyorlar bu pusunun adına
    Atalarım ve dinim, mazide mi, de hele
    İstanbul aç elini Eyüp’te Rahmanına
    Düğümlensin boğazın, ağla, bize af dile


    Necip şairin vardı ve şimdi Karakoç’un
    Hikmet’i de ağlattı kavuşamamak sana
    Yaralar çok amma yar şairlerin ümitvar
    İstanbul olacaksın, sabret biraz, zamanla

    Aziz Kağan GÜNEŞ

    YanıtlaSil
  4. KALEMİNİZE, YAZDIRAN YÜREĞİNİZE SAĞLIK ÇOK GÜZEL BİR ŞİİR PAYLAŞIMIZDAN ÖTÜRÜ ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM

    YanıtlaSil
  5. emineciğm eline ve yüreğine sağlık. çok etkileyici bir eser olmuş.tebrikler canım......

    YanıtlaSil
  6. çok teşekkür ederim isminize yazsaymışsınız güzel olurdu

    YanıtlaSil

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.