Meşhur bir hikâyedir; bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan bir adama rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını suya geri attığını fark eder.
“Niçin bu denizyıldızlarını tekrar denize atıyorsunuz?” diye sorar. Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi “Yaşamaları için” yanıtını verir.
Adam bu defa “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları atmanız neyi değiştirecek ki?” der.
Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak onun için çok şey değişti” karşılığını verir.
Hiçbirimiz herkesin hayatını değiştiremeyiz, ama en azından bir kişinin, yalnızca bir kişinin biz var olduğumuz için daha iyi halde yaşamasını sağlayabiliriz. Emerson da şöyle der; hayatta tek bir kişi bile siz yaşadığınız için rahat nefes alıyorsa siz başarılı ve amacına ulaşmış bir insansınız.
Bana bu hikâyeyi hatırlatan, bir kişinin değil bir neslin üzerinde etkisi olan irfan sahibi, gönüller fatihi GEMUHLUOĞLU’nu anlatan DOSTLUK ÜZERİNE adlı derleme kitap oldu.
Sürekli dalgalarla sarsılan, sadece darbeler konusunda istikrara sahip bu ülkede denizyıldızları da bir bir sahile vurdu yıllarca. Güneşin yakıcılığı, suyun ayrılığı kopardı onları hayattan. Ve hep o sahildeki ümitvar adamı bekledi denizyıldızları. “Büyük rüya görmek lazım!” diyen kahramanları…
Ülkenin bu bitmez ihtiyacı konusunda bakın bir bilge nasıl bir tahlilde bulunuyor;
” Yüksek düşünceleri, yüce gayeleri, büyük ve evrensel projeleri ancak, her zaman yüksek uçabilen, uzun soluklu; yürüdüğü yolda hız kesmeden yürüyen, durduğu yerde kararlı duran, uhrevî zevklerle gerilmiş karasevdalılar gerçekleştirebilir. Şimdilerde bizim şuna-buna değil, bu seviyede düşünen, inanan, düşüncelerini hayata geçirerek önce kendi milletini, sonra da bütün insanlığı aydınlığa çıkarıp, onların Hak'la buluşmalarını sağlayabilen, kendini hakikate adamış ruhlara ihtiyacımız var. Düşünülmesi gerekli olan şeyleri düşünüp, bilinmesi icap eden şeyleri bilen, bildiklerini hemen pratiğe dönüştüren ve bütün ölü ruhları yeni bir "ba'sü ba'de'l-mevt"e hazırlama azmiyle sûru dudağında İsrâfil gibi gezen; gezip her yerde herkese hayat üfleyen; ifade kabiliyeti var ise beyan gücüyle, eli kalem tutuyorsa kalemin diliyle, bediiyyâta açıksa herhangi bir sanatın desen ve çizgileriyle, şairse şiirin sihriyle, musikişinassa değişik beste ve nağmelerin büyüsüyle her zaman ruhunun ilhamlarını haykıran, her fırsatta iç ihsaslarını seslendiren, dili gönlünün derinliklerine bağlı, gönlü de samimiyetle çarpan en yüce hakikate adanmış ruhlara… “İşte, her kriz devresinde, içinden, yüreği Anadolu mayası ile mayalanmış öncüler çıkaran bu “millet”in (=aynı duyguyla hareket eden halk toplulukları) ümitvar yiğitlerinden, isimsiz kahramanlarından biriydi Gemuhluoğlu. Yeniden inşa edilecek bir vatan için yirmi dört saatte yirmi beş saat çalışan, kini bir mizaç bozukluğu, nefreti kanser hastalığı düşmanlığı içtimai bir veba olarak gören, dostluktan, muhabbetten başka mevzulara vakit harcamayan, dövene elsiz, sövene dilsiz, gönül koyana gönülsüz olmak gerek düsturunu hal edinen, tevazusuyla insanlardan bir “insan”, ama coşkusuyla sanki hayalleri süsleyen bir hüma kuşuydu bu kitapta anlatılan: Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamı. Necip Fazıl’ın ifadesiyle ateş hattındakilere su taşıyan devrin sakası. Akif İnan’ın deyişiyle hepsinin içinde kök saldırdığı bir ışık ağacının sahibi. Nefsi için hiç bir şeye talip olmayan kimden ne istediyse ülküsü için isteyen bir gönül insanı.
Genç yaşında Hakk’a yürüyen bu büyük insanla aynı göğe bakamadım ben, ama onu anlatan DOSTLUK ÜZERİNE’ yi okudukça en çok buna hayıflandım, O’nun gibi yüreklendiren, ümit veren, seven, koşan, coşan, coşturan bir Ağabey’e ne kadar da ihtiyacım vardı benim, ne kadar ihtiyacı var ülkemin. Ve açıkçası O’nun yetiştirdiği irfan meclisi üyelerinin vazifelerini tam yapmadıklarını düşündüm haddim olmayarak. Çevremde yaptığım küçük çaplı nabız yoklamasında birçok farklı alanda çalışan, doktora yapmış kişiye sorduğum halde ismini duyan olmadığını görüp üzüldüm. O’nu hem konuşmalarından hem de yaptıklarından tanıyan tek bir kişi buldum, o da 86 yaşında olan babamın amcasıydı. Bu kitabı okumadan ondan birkaç anısını dinledim, coşkusunu, deli cesaretinde adamlar aradığını, Türkçe’ ye, Edebiyat’a, sanata olan aşkını öğrendim. Ve sonra derleyeninin verdiği güvenle bu kitabı elime aldım ve bunca yıldır böyle bir insanı tanımadığıma üzüldüm. Son zamanlarda okuduğum en iyi derleme kitap olan DOSTLUK ÜZERİNE’ yi hazırlayan yazara teşekkürlerimi ve dualarımı sunmak amacıyla bu satırları yazma cüretinde bulundum.
Derleyen ustanın görüşü ile birlikte kırk üç akademisyen, şair, yazarın gönül penceresinden verilmişti bu ismi ile müsemma, eseri insan olan kahraman.
Dostluk Üzerine adı verilen efsaneleşmiş ve daha önce birkaç kez basılmış söyleşinin tam metni yanında Gemuhluoğlu’nun oğluna yazdığı mektuplar da eklenmişti bu kitaba ki, en etkili bölümlerinden biri hiç kuşkusuz samimiyetin daha da özel hissedildiği bu kısmıydı. Millete adanmış ömürler yaşayan her büyük insan gibi onu en çok destekleyen ama ondan en çok mahrum kalan tabî ki ailesiydi ve henüz baba-oğul arkadaşlığının özel bir boyuta taşınacağı günlerde Baba Gemuhluoğlu bu dünyaya veda etmişti. İşte bu yüzden çocuk denecek yaşta babasını, dostunu, arkadaşını yitiren bu genç yiğitler için özellikle bu mektupların yeri bambaşkadır diye düşünüyorum. Ve bugün bunları bizlerle paylaşmaları ne büyük incelik.
Bu mektupların ardından Rasim Özdenören’in baba Gemuhluoğlu’nun defni ve bu esnada büyük oğlu Ali’nin halini anlattığı sahnenin de kitabın kapağını her gördüğümde zihnimde canlanıp beni gözyaşının kucağına attığını itiraf etmeliyim.
Bu kısa öz ama derin mektuplardan öyle etkilendim ki, her anne baba çocuklarına çok değerli olacak bu hediyeyi bırakmalılar ve onlara, hayatlarının anlamını sunacak ilkeleri gönül süzgecinden geçirip mektuplar yazmalılar diye düşündüm kitap boyunca.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde Gemuhluoğlu’nun gazete ve dergilerde çıkan yazılarından bir seçki sunulmuş ardından ölümünden sonra O’nun için yazılanlara yer verilmiş.
O’nun için kaleme alınmış kitap ve yazılardan o kadar can alıcı noktalar seçilmiş ki, burada da derleyen yazarın aşk gözüyle yaklaştığını, anlattığı kahramanla gönül bağı kurduğunu, esere ayrı bir ruh kattığını görülüyor. Özellikle Nuri Pakdil’in “Bağlanma” adlı Gemuhluoğlu’na adanmış eserinden yapılan anlatılar muhteşem.
Kitaptan öğrendiğimize göre FETHİ GEMUHLUOĞLU’nun hayatının merkezine aldığı kavram; muhabbet. Bu konuda bir bilge der ki; “Muhabbet, maddî-mânevî güzelliklere meyletmek demektir. Maddî şeylere muhabbet cismanî ve bedenî; mânevî şeylere muhabbet ise ruhî ve vicdanîdir. Bu itibarla, zahirî güzelliklere muhabbet, o güzellikler ebedî olmadığından hicranlıdır. Mânevî şeylere muhabbet ise, daimî ve hicransızdır. "Bir kalbde muhabbet hakikî olursa düşmanlık mecazî, düşmanlık hakikî olursa muhabbet mecazî olur." çok müşkülü halleden sırlı bir anahtardır. Ümit edilen zevklerin elde edilmesi, ümit gibi aşkın da ölümüdür. Ümit ve aşk, arayıcı ruhların kanatlarıdır ve arama esnasında hep onlarla beraber bulunurlar. Hastalığın tesirini tabipler, emarelerle bilirler; hasta onu duyar ve hisseder. Bunun gibi, muhabbeti seven, aşkı âşık, cezbeyi meczûp, ruhânî zevkleri de ârifler bilirler ki, hâl ilmi de işte budur! (...) Aşk, Rahmeti Sonsuz'un, insanoğluna gelip ulaşan en gizli lütuflarından biridir. Aşk, bir nüve, bir çekirdek olarak hemen her fertte bulunur. Şartların elverdiği ölçüde de o çekirdek ve tohum, ağaçlar gibi dal-budak salar; çiçekler gibi uyanır ve meyveler gibi, başlangıç ve sonu bir araya getirerek, tekâmül halkasını tamamlar.
Aşk, bir duygu olarak göz, gönül ve kulak menfezlerinden insanın iç âlemlerine akar; vuslata dek de, bir baraj gibi şişer, bir çığ gibi büyür ve bir alev gibi insanın her yanını sarar. Aşk vuslatla noktalanınca, her şey durgunlaşmaya yüz tutar; ateş söner, baraj boşalır, çığ da dağılır gider... Doğuştan bir mânâ ve nüve olarak hemen her ruhun önemli bir yanını teşkil eden aşk, gerçek ton ve rengini hakikî aşka inkılâp etmekte bulur; bulunca da ebedîlik kazanır ve gider vuslat eşiğinde mücerret bir lezzete inkılâp eder.
İnsanoğlunda Hak tecellilerine açık olan zirve, gönüldür. Gönüllerin bu tecellilere, dolayısıyla da Allah (celle celâluhu) sevgisine mazhar olmalarının en açık emaresi ise, o sînelerde Yüce Yaratıcı'ya duyulan aşk ve iştiyaktır.
İnsan-ı kâmil ufkuna ulaşma yollarının en keskin, en kestirme ve en sıhhatli olanı aşk yoludur. Aşka, iştiyaka açık olmayan yollarla, o ufka ulaşmak oldukça zordur. Denebilir ki, hakikata ulaşmada, "acz u fakr, şevk ü şükür" yolundan başka aşka denk ikinci bir yol yoktur. Aşk, yitirdiğimiz Cennet'i bulabilme yolunda Cenab-ı Hakk'ın bizlere ihsan ettiği bir buraktır. Ve bu buraka binenlerden, şimdiye kadar takılıp yolda kalan hiç olmamıştır.”
İşte bu kitap bana bir başka hal insanının oldukça net bir şekilde ifade ettiği, aşkı anlattığı bu satırları anımsattı ve farklı yollardan gidilse de aşk tek bir kaynağa yöneldiğinde kıymetlendiği için varış noktasının tek olduğunu gösterdi.
” Aşk, insanı bütün bütün yakıp kül ettiği için, bundan böyle onu ne dünya ne de ukbâ ateşleri yakmaz ve yakamaz. Zira, iki emniyet ve iki korku, iki iştiyak ve iki ızdırabın bir insanda aynı anda bir arada bulunamayacağı esasına binaen, bütün bir hayat boyu sînesini aşkın alevlerine açan ve iç dünyasında cehennemî ateşlerle pençeleşen kimselerin, ikinci bir defa aynı ızdırap ve aynı elemleri yaşamaları düşünülemez...
İnsana kendi varlığını unutturup, onu sevdiğinin varlığıyla bütünleştiren aşk, kalbin, garazsız-ivazsız sadece mâşuku dileyip, onun arzu ve isteklerinde eriyip gitmesinin unvanıdır ve zannımca, insan olmadan murat da işte budur “ dediği gibi bilgenin insan olmanın, yollarda takılıp kalmamanın tek yolu aşktı ve bunun için kalbini açan, onu taşımaya hazır hale gelen insanı Allah muhabbeti ile rızıklandırırdı.
İşte Fethi Gemuhluoğlu bu aşkı tadan, o aşkla yanan liyakatlilerden olmalıydı ki, bunca insanın gönlünde derin izler bıraktı, bir neslin yetişmesine öncülük etti. Necip Fazıl ve dostlarının surda açtığı mukaddes gedikten yıkılacak duvarların yerine özüne sadık, Yaradan’ına aşık nesillerce yapılacak yeni eserler için önce fikir işçilerine ihtiyaç olduğunu bildi, onları arayıp buldu. Yürümeleri için yüreklendirdi, maddi manevi desteği ile Allah için dostluğunu sundu ve bunu bir ibadet neşvesi içinde yaptı ki, zaten O’nun için, O’nun adıyla yapılan her şey ibadetti.
İşte aşk öyle anlatılmaz bir denizdi ki, her şeyin rengini maviye çevirir, azı çok yapar, kısacık bir ömre hayal edilebileceğinden fazla hizmetin sığmasını sağlardı. Fethi Gemuhluoğlu’nun da öyle olmuş, 55 yıllık fani ömrünü bakileştirecek nice “insan” eserlerinin inşasında rol oynamıştı. Bir hayır kapısı açanlar âlem değiştirse de o kapıdan girenler oldukça vesile olmanın sevabına ortak olurlar ya, Gemuhluoğlu da karanlığın en yoğun olduğu yıllarda ümidini yitirmeden çalışmış amel defterinin hep açık kalmasını sağlayacak işlere imza atmıştı.
Yaşamının gayesini yaşatmak üzerine kurmuş bu hal insanını anlatan yazılarda dostluğun, kardeşliğin, digergamlığın, muhabbetin fotoğrafı çekilmiş, duygularla harmanlanıp kelimelerin içine öyle güzel yerleştirilmiş ki, kitaptan alıntılar yapmakta zorlanacağımdan DOSTLUK ÜZERİNE’yi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Burs almak için başvuran öğrencilere, “Siz hiç aşık oldunuz mu? “ diye soracak kadar aşka aşık, cebinizde son kalan parayla karnınızı doyuracağınıza bir film ya da tiyatro seyredin diyecek kadar sanatsever,
Her şeye dost olalım, ağaca, tarihe, coğrafyaya, insana ama uykuya, siyasete, mal hırsına dost olmayalım diyecek kadar geniş gönüllü,
“Sevdiğimi söylemezsem sevmek derdi beni boğar.” diyen Yunus’un bu beyitle, aslında “Sevdiklerinize sevdiğinizi izhar ediniz.” Hadisini tercüme ettiğini söyleyecek kadar araştırmacı, Bize beslenmemiz gereken öz kaynakları işaret edecek kadar okuma sevdalısı, Devrinin sanata edebiyata vakıf bir entelektüeli olmasına rağmen oku emri var, yaz emri yok diyerek yazma orucu tutacak kadar mütevazı,
Önce selam, sonra kelam diyerek geniş merhabasıyla, görüneni, görünmeyeni, bilineni, bilinmeyeni, selamlayan, selamını evrensel boyutta tutacak kadar vizyon sahibi, şairlerin ilham kaynağı, yazarların yönünü kendisine çevirdiği bir fikir adamı, Gözü olana sabahın ışıdığını, şeb-i yelda’dan geçtiğimizi, küfrün bittiğini, riya devrini yaşadığımızı bundan 35 yıl önce yaptığı konuşmasında söyleyen bir gönül insanı tanımak isterseniz DOSTLUK ÜZERİNE adlı eseri edinmeli ve belki birkaç defa okumalısınız.
Sırf bu ümitvar söylemi bile onun vizyonun göstergesi ve bugün hala ara ara ümitsizlik batağına saplanan ruhlarımıza indirdiği şamardır. Lakin sabahın ışıkları kalp gözü olana, gönlü aydınlıkla dolana ışımıştır. Ve yine O’nun deyimiyle Yahya Kemal “İman bir şevk olan zamanlar geçti.” sözüyle yanılmıştır; İman bir şevk olan zamanlar tekrar gelmiştir, bu devran ebedidir, diyerek şevki hayatımızın merkezine oturtmamız gerektiğini ifade eden bu abidevi şahsiyet, iç darlığından, dünya darlığından, çilelerden ve kahırlardan kurtulmalıyız diyerek kalbin derece-i hayatında ilerlememiz gerektiğini de hatırlatmıştı.
Gemuhluoğlu’nun hayat felsefesini özetleyen bir mısra ile son verelim söze: “Aşk gelecek, cümle eksikler bitecek”
handan güler
bu güzel insanı böyle güzel bir şekilde anlattığınız için teşekkür ederiz hanımefendi.
YanıtlaSilçalışmalarınızda başarılar dilerim
teşekkürler adsız:)) keşke adınız olsaydı da biz de isminize sunsaydık şükranlarımızı:))
YanıtlaSilhttp://sensizyildizlarabakamam.blogspot.com/2010/03/cocuklarini-yiyen-bir-ulkenin-eseri.html
YanıtlaSil