AB Dağılırken…



AB Başkanlığı ve AB Dışişleri Bakanlığı gibi yüksek dereceli tartışmalar gündemdeyken AB’nin dağılmasından söz edebilmek güç gelebilir; fakat aynı tartışmaların geçmişi, derinliği ve yaşanan anlaşmazlıklar dikkatle incelendiğinde ‘Dağılma Olasılığı’nın, birliğin Başkanlık gibi üst bir temsiliyet makamı ile daha da güçlenme olasılığından daha yüksek olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Zor işlerin altından kalkma becerisi gelişmemiş olan Avrupa Birliği ülkeleri-aslında Fransa ve Almanya- Başkanlık görevini, küçük bir ülkenin etkisiz bir liderine devrederek kendi ulusal duvarlarını yükseltmeye devam edeceklerdir. Yüksek profilli bir başkan seçememek, açık bir şekilde Avrupa Birliği’nin güçlendiğine değil, zayıfladığına ve dağılmaya başladığına dair en büyük delildir. AB güçlenmek isteseydi, temsiliyetten daha öte bir AB Başkanlığı çerçevesi çizerdi. Güçlenmeyen birliklerin zayıflaması ve nihayetinde dağılması sıradan bir doğa olayıdır.



En son Çeklerin Lizbon Anlaşması’nı onaylamasının ardından son durum şu(*):

A.Son Fotoğraf:

Avrupa Birliği liderleri, 19 Kasım'da birliğin ilk başkanı ve dışişleri temsilcisini kararlaştırmak için özel bir zirve düzenleyecek. Atamalar, 27 üye ülkenin liderleri tarafından yapılacak oylamada nitelikli çoğunluğun oyu ile yapılacak. Lizbon Antlaşması uyarınca, Avrupa Konseyi başkanı iki buçuk yıllığına atanacak. Görev süresi bir kez uzatılabilecek. Bu görevin oluşturulması ile hedeflenen ise AB'nin başlıca politika alanlarında daha fazla devamlılık ve istikrarın sağlanması. Başkanlık için Belçika başbakanı Herman Van Rompuy'un yanında diğer adayların, Hollanda başbakanı Jan Peter Balkenende ve Lüksemburglu mevkidaşı Jean Claude Juncker olduğu söyleniyor. İtalya'nın orta sağ kanattaki eski başbakanı Massimo D'Alema ise AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi görevi için şansı en yüksek adaylardan biri olarak görülüyor. Bu görevi üstlenecek olan isim aynı zamanda Komisyonun başkan yardımcısı olacak. Lizbon Antlaşması 1 Aralık'ta yürürlüğe girecek. Zirvede kararlaştırılacak üçüncü isim ise, Konsey Sekreteryası'nın Genel Sekreteri olacak. Bu görevi üstlenecek olan isim, 27 AB hükümetini bir araya getiren Konsey'in işleyişinin yönetiminden sorumlu olacak.

B.Sondan İki Önceki Fotoğraf:

Bundan bir süre önce İngiliz tarihinde arka arkaya 3 seçim kazanan tek İşçi Partisi lideri olan Tony Blair, Irak Savaşı yüzünden partisinde çıkan isyan üzerine Haziran 2007`de başbakanlığı Gordon Brown`a devretmek zorunda kalmıştı. Aralık 2007 ‘de Vatikan’ı ziyaret ederek Katolik olduğunu ilan etmiş; muhtemel AB Başkanlığı için kulis yapmaya başlamıştı. Daha sonra BM çatısı altında kurulan Ortadoğu Dörtlüsü`nün temsilcisi olmuştu. O dönemde AB Başkanlığı için Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen ve Polonya`nın eski Cumhurbaşkanı Aleksander Kwasniewski`nin isimleri geçiyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy, Lizbon`da yaptığı açıklamada Blair`in 'en Avrupa yanlısı İngiliz' olduğuna işaret ederek, AB başkanlığı için iyi bir isim olacağını kaydetmişti.

C. Sondan Bir Önceki Fotoğraf:

Köprünün altından çok sular aktı. Danimarka Başbakanı Rasmussen NATO Genel Sekreteri oldu. Almanya, Blair’e sıcak bakmadı ve Blair devre dışı kaldı. Aslında Blair, ABD`nin 2003 yılında Irak`a girmesine desteği nedeniyle çok tercih edilen bir isim değildi. İngiltere`nin AB`nin ortak parası euro ve birliğin serbest dolaşım alanı Schengen`e dâhil olamaması Blair`in şansını iyice azaltıyordu. AB zirvesinde Blair`in adaylığına en büyük darbeyi kendi siyasi ailesi Sosyalistler vurdu. AB Başkanlığı yerine yine Lizbon Anlaşmasında AB Komisyonunun başkan yardımcılığını da üstlenmesi öngörülen AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi`nin kendilerinden atanmasını isteyen Sosyalistler, Blair`i kendi ailesinden bile destek alamayan bir aday konumuna itti.

Brüksel`de `yüksek profilli` bir başkan görmek istemeyen Almanya Başbakanı Angela Merkel`in de Blair`e yeşil ışık yakmaması, eski İngiliz Başbakanına daha önce desteğini açıklayan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy`yi de tavrını gözden geçirmeye zorlarken, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi`nin kızıl hastalığına yakalanıp zirveye gelememesi, Blair`i en büyük destekçisinden mahkûm bıraktı. Blair`e karşı çıkan AB liderlerinin açıklamalarında Irak savaşına özel atıf yapılırken, Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, "Gelecek nesiller, Irak, Bush ve Tony Blair arasında bağ kurmaya devam edecek",dedi. Blair`in önemli konularda doğru tavır alamadığını ve Avrupa`yı temsil edecek en iyi aday olmadığını söyleyen Asselborn, 'O birleştirmekten çok bölen biri` suçlamasında bulundu. Blair`i desteklemesi beklenen İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ise fikrini değiştirerek Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkanende`yi tercih edeceklerini açıkladı. Tony Blair`in büyük ölçüde yarış dışı kalmasıyla, uzlaşmacı kişiliğiyle ve düşük profilli yönetim tarzıyla tanınan Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkenende, AB Başkanlığı için en muhtemel isim olarak öne çıktı.

Öte yandan Blair`in en azılı rakibi ve AB`nin Euro grubunun başkanı Juncker ise, Fransa ve İngiltere`nin eleştirilerine maruz kaldı. Le Monde gazetesinin sorularını yanıtlayan Juncker, ``Eğer AB için iddialı bir vizyon ortaya koyacaksa, başkanlık göreviyle ilgileniyorum`` dedi. Tecrübeli politikacı, bu tür bir teklifin gelmesi halinde, reddetmesi için hiçbir nedenin bulunmadığını söyledi. Göreve aday olmayacağını, teklif gelip gelmediğine bakacağını ifade eden Juncker, tek koşulunun bu görevin iddialı bir AB yaratılması hedefine sahip olması olduğunu söyledi.

Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkanende, Finlandiya`nın eski Devlet Başkanı Paavo Lipponen, Letonya`nın `Demir Lady`si` unvanını alan Vaira Vike- Freiberga`nın adları da kulislerde zikredildi. Daha sonra AB başkanlığı için kulislerde Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel’in adı tekrarlanmaya başladı.

AB Başkanı’nın Birlik İçi Stratejik Önemi:

AB başkanlığına oturacak kişinin, öncelikle, bir AB ülkesinin eski devlet ve hükümet başkanı olması ve AB`nin Hıristiyan Demokratlar ailesine üye olması gerekiyor. Büyük ülkelerin hırslarını, küçük ülkelerin ise hassasiyetlerini kavrayabilecek birisi olması isteniyor. Dönem başkanı İsveç'in başbakanı Fredrick Reinfeldt, "Kilit görevler arasında sağ ve sol siyasi figürler, Kuzey ve Güney Avrupa, büyük ve küçük ülkeler, kadınlar ve erkekler arasındaki dengenin gözetilmesinin pek çokları için önem arz ettiğini" söylüyor.

AB Başkanlığı’nın Küresel Stratejik Önemi:

Başlangıçta ABD’ye karşı oluşturulmak istenen Avrupa Birleşik Devletleri’nin test mekanizması olan AB Başkanlığı, Avrupa Birliği çatısının son basamağıdır.

Analiz ve Sentez:

AB dağılacak mı? Bu sorunun cevabını aramadan önce 26.08.2008 tarihli ‘Euro ve Chopin; 2010'dan Sonra Euro Yok’ başlıklı analizin sonuç bölümüne ve 01.01.2008 tarihli ‘Yahudiler Terk ettiler; Avrupa İçe Kapanıyor’ başlıklı analize bakmamızda fayda var:

“Sonuç olarak; Euro gün geçtikçe Avrupa Birliği vatandaşlarının gözünde itibarını yitirmekteyken, daha doğrusu tüm ekonomik ve sosyal olumsuzlukların sebebi sayılmaktayken fiili olarak da çatırdamış; çöküşün eşiğine gelmiştir. Avrupa Anayasası ile ilgili olumsuz gelişmeler, Avrupa Birleşik Devletleri'ne giden yolun sıradan politikacılar sebebiyle tıkanması ve ortak iç ve dış politikalar üretilmemesi, iç politik unsurların her Avrupa ülkesinde neredeyse bağımsızlık postulatlarına uygun bir ritimde ilerlemesi, AB'nin güvenilirlik katsayısının hızla düşmesi ve hiç beklenmeyen bir şekilde Türkiye'nin yeniden küresel bir güç olmaya başlaması Euro'nun Chopin'in notalarıyla sonsuz istirahatgâhına gönderilmesine aracılık etmektedir.”(1)

“Gerçekler apaçık oysa; Dünya ticaret dengeleri Avrupa aleyhine değişiyor. Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve diğer Avrupa ülkeleri teknoloji ihracatçısı olmaktan uzaklaşıyorlar (Silah ve otomotiv satışlarından kaynaklanan ihracat da onlar için yeterli değil-Fransa'nın dünya silah pazarındaki payı yüzde 8'den yüzde 6'ya düştü-). Kuzey Avrupa ülkelerinin ben merkezci ihracatı da Avrupa için bir kazanç değil. İngiltere, Fransa ve Almanya'da işsizliğin artması (%10), sosyal güvenlik kurumlarının çökme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi, büyümenin yavaşlaması (binde 6), pazar daralması, üretim düşüklüğü ve ekonomik küçülme, teknoloji imalatçısı şirketlerin küresel sermayedarlara satılışı, büyük sermaye sahibi Avrupalı şirketlerin dış yatırımlara yönelmesi, siyasî istikrarsızlıklar, değişen sosyal yapılar, Avrupalı olmayan ırklardaki nüfus artışı, ırkçı ve militarist söyleme sahip siyasetçilerin hızla artması Avrupa Ülkeleri’nin hızla içe kapandığının kanıtlarıdır.(2)

2009 Sonunda İzlenen Manzara:

Avrupa Birliği’ni oluşturan devletler sömürgeci kapitalizmin çöküşüyle çok ciddi ve derin bir bunalımla boğuşuyorlar. Bu bunalım tek boyutlu bir bunalım değil. Yüksek Avrupa kültürü, özgüvenini yitirmiş durumda ve bu özgüven kaybı dolayısıyla marijinal akımlar güçleniyor. Avrupa ülkelerinde Avrupa kökenli olmayan birlik vatandaşlarının can ve mal güvenlikleri, Avrupa Değerleri ve standartlarının aksine gün geçtikçe daha güç sağlanıyor.

Sosyalistler ve Hıristiyan Demokratlar daha sık ortak nokta bulmaya başladılar ve Yeşiller görece nesnel politikalarını Sosyalistlere ve Hıristiyan Demokratlara benzetmeye devam ediyorlar. Klasik içe kapanma refleksleri hızla güçleniyor. Özgürlükler daha kolay kısıtlanıyor; vergiler yükseltiliyor ve birlik vatandaşlarının hassasiyetleri sürekli canlı tutularak Birlik bilincinin aksine duygusal araçlar daha etkin bir çerçevede kontrol edilerek kullanılıyorlar. Dolayısıyla politik çatışmaların büyük çoğunluğunu kulislerde ve gizlilik derecesi yüksek anlaşmalarla çözmeye alışkın olan Fransa ve Almanya, vatandaşlarının fikirlerine daha çok önem verir gibi görünmeye dikkat ederek, uzlaşmazlıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Avrupa Birliği ülkeleri, iç ve dış politik/ekonomik hamlelerini ülke çıkarlarının arkasına sağlayarak, bu tür davranışların birlik içi sorunları arttıracağını bile bile ulusal şirketlerine kaynak temininde bencil davranmaktan çekinmiyorlar. Nüfus artış hızı eksiye düşüyor ve sosyal sigorta fonları yaşlanan Avrupalıların emekli maaşlarını finanse etmekte güçlük çekiyorlar. Birliğin nitelikli iş gücüne olan ihtiyacı gittikçe büyüyor.

Öngörü:

Yakın gelecekte muhtemelen Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkanende(Bakınız Not) AB Başkanı olarak seçilecek. Bu seçim, Avrupa Birliği’ne güçlü bir koordinatör Başkan seçmeye niyeti olmadığını gösteriyor. Güçsüz ve uzlaşmacı bir kimliğe sahip olan Balkanende, Fransa ve Almanya’nın etkisinde kalacağı için, Avrupa Birliği, şu andaki başkansız döneminden daha farklı davranma şansına sahip olmayacak. Bununla birlikte ulusal ayrışmalar hızlanacak. Avrupa Birliği, AB Anayasası’ında öngörüldüğünün aksine küresel politikalar üretmekte zorlanacak. Uluslararası ticarette Euro’nun mübadele aracı olmaktan çıkması ve ulusal paraların tedavüle çıkmaya başlaması üzerine, AB, dağılmaya ilişkin gayri resmi sorunlarla uğraşmaya devam edecek. Almanya-Rusya ilişkileri güçlenerek sürecek ve bu ikili ilişkiye Fransa dâhil olmaya çalışarak diğer Avrupa ülkelerini kaderleriyle baş başa bırakacaklar. Ancak Fransa, Alman-Rus ilişkilerinde iki tarafın isteksizliği sonucunda üçüncü partner olamayacak. Ekonomisini finanse etmekte ve enerji ihtiyacını farklı kaynaklardan temin etmekte zorlandığından Kuzey Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirecek.

Birlikten, önce, ekonomik olarak zarar gören ve Birliğin oluşturduğu ekonomik zincirlerden yeterince beslenemeyen İskandinav ülkeleri ayrılmayı deneyecekler. İngiltere, söz ve güç sahibi olamadığı Başkanlık seçimleri sonrasında ekonomik sorunlarla başa çıkamayacak ve birlikle ilişkilerini kendi ticarî çıkarları nedeniyle sınırlandıracak kararlar almak zorunda kalacak.

Vatikan, Birlik Anayasası’na dâhil edemediği Hıristiyanlık tabanı üzerinde yeterince güç sahibi olamadığını, desteklediği Blair’in seçilmemesi ile kanıtlayarak birlik politikalarının dışında kalacak. Ve bu kaybına karşılık Fransa ile ilişkilerini güçlendirerek ayrışmayı hızlandıracak.

Sonuç:

AB, Başkanı’nı seçerken yaptığı/yapacağı düşük profilli tercihlerden dolayı dağılmaya başladığını göstermektedir. Avrupa, açıkça öngörülebilecek şekilde ortaçağ karanlığına hızla geri dönüyor. Yaşlı küremizi bekleyen en büyük tehlike Avrupa’nın ortaçağ karanlığına geri dönmesi ve savaşçı hormonlarının tekrar aktif hâle gelmesidir. Türkiye’nin enerji koridorlarına hâkim bir konumda bulunması, Türkiye’yi muhtemel bir savaş’tan uzakta tutacak gibi görünse de, Türkiye’nin etki alanlarında çıkabilecek bir savaş Avrupalıların genetik özelliklerini çağrıştırır niteliklerde olabilecektir. Yine de savaş, analizimizde yer alabilecek yakın bir öngörü değildir. Çünkü; Avrupa, savaşabilecek vizyona sahip liderlere sahip değildir.


Not: 19.11.2009 akşamı yapılan liderler zirvesinden Belçika başbakanı Herman Van Rompuy ismi çıktı. Bu isim, seçim üzerinde Almanya'nın mutlak gücünün etkili olduğunu gösteriyor. İngiltere'nin cılız etkisiyle de AB Komisyonu İngiliz üyesi Catherine Asthon AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği'ne seçildi.


(*) Derleme haberler, BBC Türkçe (11.11.2009), Sabah Gazetesi (30.10.2009) Zaman Gazetesi (23.10.2007, 27.10.2009, 31.10.2009), Yeni Şafak Gazetesi(30.10.2009), Türkiye Gazetesi (05.10.2009) ve CNNTürk’ten elde edilmiştir.



seçkin deniz



Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.