Düşlerin İsyanı VI


 -III-
Geçenlerde gittiğimiz sinema amma kalabalıktı; karanlık bir yoldan yürümüştük.
Kaleiçi’nin labirenti andıran dar sokaklarında -bir o kadar da karanlıktı hiç kuşkusuz!- yürümüş de yürümüştüler, sinemayı bulmak için akla karayı seçen onlar değil miydi? Tarife göre.. alt yoldan gelmemiz gerekiyormuş, "Burası çıkmaz sokak!" diyerek tekrar gerisin geri döndüğümüz aynı sapa yoldaydık,  Paşa Cami’sine ulaştığımızda derin bir soluk almıştım, yine aynı role bürünmüş, çaresiz Kule’ deki saate kaçamak bir göz atmış, saat nedense yelkovanla akrep 9'un üzerindeyken durmuş olduğundan -bunu nedense bir türlü karıma anlatamadığımdan-, evet, o karanlık andan da soyunduğumda , yeniden Sinema’nın yolunu tutmuştuk.. sinemanın doğru adresi elimizdeymiş gibi üst yoldan geçerek dar sokağa vardığımızda -Belki de bunlar Şehrinaz’ın bir oyun olarak çok hoşuna gittiği için böyle davrandığı düşüncesini kafamdan kovmaya çalışırken - karım haşlanmış mısır isterim, diye tutturmuş, sonra patlamış mısıra onu ikna etmeyi başarıp da yola koyulduğumuzda sinirlerim iyice gerilmişti, kendimi bir sinema perdesinde jön olarak görme sevdalısı kesilmiş hayalimi buruşturup da belleğimin çöplüğüne gönderdikten sonra, neredeyse üst yolu da geçmiştik, meydanlık bir yere geldiğimizde soluklanabilmiştim ancak.

Çınar Taksi ‘nin orada bir kahvehanede çay içmek zorunda kalmıştık, diğer masalarda -nedense hep erkek ve bıyıklı- oturanların sulu bakışlarını karımın üzerinde görünce, yine aynı jönlüğüme -son çare, evet!- sığınarak Şehrinaz’a kalkmamız gerektiğini, yoksa filmi kaçıracağımızı hatırlattım. Numaramı yutmuştu. Karım yeter olduğunu kim bilir kaçıncı kez ihtar etmek zorunda kalmıştı. Hele şükür sinemayı bulmuştuk! "Kaleiçi'nde insanın kaybolmaması içten bile değil!' demiştim, "Hayatım beni dinliyor musun?!”

"Evet!" diye bağırmıştı Şehrinaz, filmin en heyecanlı yerinde, böyle sıkboğaz edilmekten hiç hoşlanmadığını vurgulamak için, gözlerini bir an bile o son sahneden alamazken, film bile olsa insanın tüylerini ürperten manzaraya kapılıp gitmişken, "Evet!" demişti Şehrinaz, "Evet, sen haklı olabilirsin, ama bırak da filmi izleyelim artık...." Ama hayır, bunların hepsi bir kuruntuydu.. "Benim ismim Hanry değil.." demiştim, “rBenim adım Hanry değil...." Karım da .."Ben ne diyorsam o olacak.." diye diretiyordu.. "Sen Hanry'sin, benim küçük Hanry'im...." Ne yazık ki, bir türlü açılamıyordum.. açılsam.... Kat kat olan yumak çözüldüğünde  -helezonun katmanları onu karanlığında boğar mıydı; bir fikir de edinememişti bu güne kadar..- önümde serpilecek olan yolda nasıl yürüneceğini bilemediğimden belki, kaçıyordum ondan.. "Sana yakışmıyor surat asmak!” demişti Şehrinaz,  sonra da bir makas alarak yanağından kocasını ne kadar düşündüğünü göstermek istemişti belki! Ruhumu okşamasını biliyordu, oradakiler gibi değildi, aslında hiçbir şey beyaz perdenin ayartması gibi değildi. Geçen geldiğinde de Kiyanüs'e öylesine baktığını biliyordum. Uzun uzun nereye bakarlar gözlerinde? Karanlık mıdır onların yolu da? Nereye elini atacağını bilemezsin, kör bir karanlık uzayıp gider önünde.. gittikçe dağılan, kendimi tanıyamadığım bir aynada yansımak istemiyordum.. göğsümde bir şeyler kanatlanmış pır- pırlanıyordu sanki, bunların hepsini elimin tersiyle bir kenara itekleyip.. "Yeter, Şehrinaz!" demiştim, "Bunlara artık katlanamayacağım...."             “Benim adım Hanry değil Cemşid"
"Sen de Liz Taylor değilsin!!”

-IV-
Ben hiç evimin bulunduğu bölgeden çıkmadım ki Şehrinaz. Sen Taç Mahal’den söz ediyorsun.. Bunların anlamı ne? Liz olsan ne olacak hem.. Ernüvaz Hanım’a –ruh doktorum- bu konuyu açtığımda dudak bükmüştü. Kişiler için kullandığım isimlerden ötürü. Bunu açık açık belirtti.
“Belki de kökeniniz Hintlidir!” dedi. Şehrinaz duysaydı bu söylenenleri – Ernüvaz Hanıma göre duyamazmış, çünkü gerçekte öyle biri yokmuş, ama bir duysaydı- işte o zaman ölümlerden ölüm beğenmek zorunda kalırdım.

Hindistan, Keşmir, beyaz mermerden aslan başlıklı sütunların kuytusunda dinlenmeye çıkmış bacakların seyir-ü seferinden arta kalanlar .. erişilemeyecek bir kadın.. Yine siyah giyinmiş o kadının peşinde bir hafiye gibi dolaşan hırpani kılıklı biri gözleri sürekli ondayken yarım kalmış aşk masalı, Eski Bir Aşk Hikayesi, haftanın belli günleri kadının neden hep siyah giyindiğini anlayamazken.. unuttum ne söyleyeceğimi.. siyah giysi. -Dehhak Döngelin bir takıntısı olmalıydı- Her cumartesi eşiyle Titreyen Göl'e gittiklerini söylediğinde.. Şehrinaz’ın karanlıkta kalmış yüzünü aydınlığa ulaştırma peşindeydim sanki.

"Ruh Cücesi herif !" demiştim içimden.. belki onun da Liz Taylor'da gözü vardı.. elimde bıçak yürüdüm, yalının tavan arasına çıkarken başına geleceklerini bilmediğimden.. Belki Kandirev yüzünü kül kaplamış tümsek aynanın karşısına dikilince halanın aklının kursağına kaçacağını kestiremediğinden yolların çatallanan bir aynaya hapsedileceklerini, böyle bir lanetlenmişlikle bellekleri ellerinden alınmış insan topluluğunun oradan bakıp nasıl tok kahkahalarla gülüverdiklerini saymakla bitirememişti katip! Büyük baba –nedense- ona hep Katip dediğinden, adı konakta Katib’e çıkmış Kandirev'in gül bıyıkları çok komikti.. bir akşam soluğunu banyoda almış, ıslatmadan kuru kuru icabına baktığı gül bıyıklar, lavaboda son danslarını yaparken o aksi görmüş, bir daha da kimseyle konuşmamıştı.. Belki yüzünü eğip bükerek uzatan parıltılı cismin sırrına babaanneden sonra o vakıf olduğu için, uyumaya düşkün bir insan olup çıkması Şehrinaz'ı bu gün bile güldürmekteydi. “ Hah.. haha..” gülümsedim.
"Ruh Cücesi herifi!." sözleri kasaphanenin solgun yeşili duvarlarında bir zaman yankılanıp durmuştu. Önümde açılıp giden boşlukta kaybolup gitmek istemediğimden, edere sımsıkı sarılmakta bulmuştum çareyi...

-V-
Eski günlüklerimi karıştırırken cüce Gave’nin büyük halasıyla çekilmiş fotoğrafını gördüm, Güher Uçurumu’nun korkuluğuna dayanmış uzaklara bakıyordu. Resmin arkasına;
“Madem bu denli duyarlısınız.. madem öylesiniz hani niye duymadınız çığlıklarımı? Niye duymuyorsunuz çığlıklarımı..” diye yazmıştı. Yani ben yazmıştım. Ben cüce Gave değil miydim? Yok ben Cemşiddim.. Aynaları neden bu kadar çok sevdiğimi, onlar olmadan yapamayacağımı, şimdi bunları yazarken yine sırrı dökülmüş aynanın karşısında olduğumu, artık her şeyin eskisi gibi bana mutluluk vermediğini, yazdığım senaryoyu başa kadar götüremeyeceğim korkusuyla ne acılar çektiğimi, bu anlatıyı da bitirdikten sonra belki rahat bir soluk alabileceğimi, kendimi olmadık yere paraladığımı, soğuk kış günlerinin dökümünü.. Liz Taylor ve Tuti atlı kuşumun resmini.. çığlığımı duymadığınızın tanığı, arkası sabit kalemle yazılı siyah beyaz fotoğrafımı..nasıl da körmüşsünüz.. ben dipsiz uçurumdan aşağı yuvarlanırken nasıl da hiçbir şeyin ayırdında değilmişsiniz.. oysa acemilerin de acemisiymişim. Bunu nasıl olur da anlayamazsınız? Anlayamamışsınız?

İşte yine eskilerin labirentine düşürdünüz beni yeniden; sahildeki karaltı kadın -ya Şehrinaz’ın ya da Şehrazat’ın annesi- uzandığım yerde beni akrep ölüsüne benzeterek, kızına olan güvenini yenileyen bir tarih oldu; ayak uçlarından başlayarak bir kadını öptüm, palmiyesiz kıyıda ölmüş şimdi sakallı akreplere el ederken. Orta yaşlardaki kadın yine beni buldu kayalıkların başında. Şaşkın bakışlarımı aynalardan uzak tutuyor,  gülüyor, sonra yine devriliyor; zamansız bir kaybolmayla Ernüvaz Hanım’ın -Saklambaç Oyunu’ndaki- resimlerine bakıyor; akrepleri ürkütmemeye çalışıyordum.
***  ***  ***

Çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının büyük bir bölümü burada geçtiği için, sırf göçmen kimliğinden dolayı kendine bu adı verdiğini söylediğinde, baharın onun için hep bir yerlerini acıtan tekil bir şamata olmayı sürdüreceği yanılsamasına kapılmıştık.
Şehrazat’ın annesinin –adını şimdi çıkaramıyorum, onun annesiyle benim karım Şehrinaz’ın annesini hep birbirine karıştırıyorum- fotoğraflarını göstermek istiyordum Ernüvaz Hanım’a –yani ruh doktoruma, niye böyle bir istek doğmuştu içimde hep merak ederim.. bilmiyorum- fotoğrafları bulamadım. Şehrazat’ın annesi resim de yapardı. Her yapıp bitirdiği resmin yanında poz verirdi. Bizi de yanına alarak. Daha çocukluğumuzda böyleydi. Fırtınanın gazabına uğramasam, bulur o resimleri Ernüvaz Hanım’a gösterirdim. Olmadı. Simi dökük aynadan içeri düşmüştüm. Fırtına amanımı dumanıma katıp aynadan içeri fırlatmıştı. Sahildeydim. İki elimle boyumu aşan “Akreplerin Dansı” tablosu yanında bir Akdeniz ıslığına dönüşerek birden ellerimden büyüyünce, akreplerin kuşağında küllenmişti, yelkovan.
Ben bir masalda kalmıştım, yalnızca Ernüvaz'ın bildiği ve Perilerin yalanladığı bir senaryo masalında... Bu yüzden senaryonun lekeleri o kadar çoktu, ki; kedi ve keman sessizliğinde önümde akan görüntü ırmağına dalışım gözü kapalı oldu, denebilir. Ernüvaz'ın bana okuduğu masalları -içine girdiğim ve kaybolduğum masalın dışında- yatağına süzülen minyon tipli sırnaşık kedi ile donup kaldıktan bir karede.. Ama eksikliği, bir yerde bitmemişliği, yarım bırakılmışlığı yansılayan yüzünün tamamlanmamışlığını, öptükçe uzayan bacaklarını, bütün zamanların kadınını, en çok Şehrazat'ı düş dünyasının dolabını  kilitleyeceğim, nedense o zaman aklıma hiç gelmemişti,; senaryoda katili katil yapan tek şey akreplerin baharda aşık olmayı çok sevmeleriydi.

Telefon çaldığında, rüyanın daha henüz etkisinden kurtulmuş sayılmazdım; onun olabileceği düşüncesi içime ‘löp’ diye oturdu; bunun verdiği kaygıyla elim kırmızı telefona uzandı, sonunda beni aramaya karar verdiğine göre düşüncelerinde değişiklik olmuştu.. sonra "Hayır...." dedim, "Onun olmasına olanak yok...." Her şeyi bitirdiğini düşünüyordum.. bunların hepsi bir kuruntudan başka bir şey olamazdı.. Hiç yoktan yere kaygılanıyordum. Karşı taraf telefonu açacağımdan emindi ki hâlâ çaldırmaktaydı; “yeter!” diyecek oldum bir an, “patlamadınız ya, geldim, açıyorum?” Telefonun zili kesilmek nedir bilmiyordu... o boşlukta bir yerleri aranıp dururken, Şehrazat’ın gözleri gelip karşımda dikilmişlerdi; derin ve hüzünlü olan o mavi gözlere bir daha baktım, her şey o gözlerdeydi bak yeminle, denize bu yüzden hiç gidemedim, gitsem de bir tat alamadım..

Tümsek aynaların mı simi dökük düz aynaların mı bir hinliğiydi, bilmem; ama denizden hep uzak durdum. Keşke sinemadan uzak dursaydım ya da Dehhak’tan. Bu arzum gerçekleşmemişti, gerçekleşemezdi.. Siyah giysiler içindeki balık etli bir kadın kumral saçları havada uçuşurken iç içe geçmiş sahnelerden kurulu bir rüyanın içinde yüzüyordu her şey..

cemal çalık


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.