Prova

Yirmiyedi  yaşındaydı. Ömrünün baharında yani. Onun  baharı sonbahardı. Başka mevsim tanımadı. ..

Anne ve babasının biricik evladı, dayılarının tek yeğeniydi. Onu en çok yüzünü örten iki siyah perdeye benzeyen gözleriyle hatırlıyorum. Ben dayısı ile nişanlıyken bizim muhite yakın bir kursta talebeydi. Kur’an-ı  hıfzetmeye çalışıyordu. Arada sırada bize geldiği olurdu. Ben nişanlıydım... utanırdım ondan. Dayısından bir parçaydı. Yine de gelse diye yollarına bakardım. Bir gün kaldığı kursa ziyaretine gitmiştik. Dayısı : “Buralarda büyük bir zat varmış diye duyduk adı da Hafız Yahya Efendi imiş. Sen onu tanıyor musun?” demişti. Önceleri anlamamıştı, çok gülmüştük. Dünyanın kokusu üzerine sinmemişti . Masumdu. Hayalleri vardı...

Kimse ona ne olduğunu anlayamadı. Dağ gibi delikanlıydı ama  karlarıyla birlikte erimeye başlamıştı. Çok sigara içiyordu. Ama sigara dediğin genç adama ne yapardı ki? Bir gün bana utanarak başı önünde anlatmıştı. Bir kızcağız ona göz süzmüş, pek mutlu olmuştu. Yüzümde eksik bir tebessümle dinlemiştim. Utanma sırası onda, düşünme sırası bende idi. Yolları çok sık hastanelere düşmeye başlamıştı. Gün geçtikçe zayıflığı göze batar olmuştu. Sürekli nöbetler halinde öksürüğe yakalanır, hırıltılarıyla boğuk öksürükleri  seri konuşmasına engel olurdu. Onu Heybeliada Sanatoryumunda ziyarete gitmemizi unutamıyorum. . Hasta ziyareti  sebebiyle yaptığımız küçük ada gezisi bize çok iyi gelmişti ta ki onu görene kadar...

Ne o çam kokan fayton yolculuğuyla ulaştığımız hastane  güzelim yemyeşil adaya yakışmıştı ne de o hastaneye bizim yeğenimiz . Sanki iri gözleri bile vücudu gibi erimiş adeta küçülmüştü. İhtiyaçları için bıraktığımız ufacık harçlığı sigaraya vereceğini bilmek ne kötüydü ve biz ne çaresizdik. Bayram ziyaretine giderken küçük bir mutluluk vesilesi olması düşüncesi ile aldığım pantolon ve kazağı mağazanın en dip köşe yerinde en küçük büyük bedeni diyerek aramam gözlerimi doldurmuştu.

Hastaydı, hastalığının ne olduğunu bilmiyorduk. Dünyadaki bütün doktorlar biraraya gelseler ilimlerini tecrübelerini birleştirseler bile onlarında bilemedeği şeyler vardı. Hayatın içinde ölüm, tenin içinde can, canın içinde ise O’nun ilmi gizliydi. Kimse göremezdi... Ümidini kaybedenin kaybedecek birşeyi yoktur, denilir. O da yakın bir zamanda gideceğini bilen bir misafir tedirginliği ile biran önce gitmek için yola koyulmayı denedi. Ama geri çevrildi, zamanı gelmemişti. İçimiz bir kez daha dağlandı. Dayısı “ oğlum yengenle konuş bir hele, bak o psikolog gibidir, çok okur, seni anlar, anlat belki bir çözüm bulunur” demişti. Psikolog gibi değildim, çok okumanın yolunun kitaplardan geçmediğini dahi bilemeyecek kadar da cahildim. Ama dinleyebilirdim, dinledim. “Yorgunum yenge”, dedi.” Biliyorum ki gideceğim, beklemek çok zor”. Yine utanmıştım, başım önüme düşmüştü. Bakışlarımı  kaçırdım. Gözlerimiz karşılaşsa idi ona hak verdiğimi onu anladığımı görecekti. İkimizde çok iyi bilsek de gerçeklerin gizlenme zamanıydı. Yalan söyleme içi boş ümit cümleleri kurma zamanı. Lakin, buna gücüm yetmezdi. Sadece sustum. Ağlasaydım anlaşılacaktım. İlk defa anlaşılmak istemedim. Gizlenmek istedim.

Izdırap dolu bekleyişi çok uzun sürmedi. Kara haber bir gece vakti düştü evimize. Ölümün anisi ya da bekleneni olabilir miydi? Bardak ha çatlayıp yavaş yavaş kırılmış, ya da  birden elinden düşmüş  ve kırılmış... İki halde de bardak varlığını yitirmişt i. Cenaze evinde ağıtlar yakılmıyordu. Hastaydı, senelerdir ızdırap çekmiş, zaten yaşadığından birşey anlamamıştı.  Sanki ölümü haketmişti! Anneciği arada sırada hıçkırıklara boğulurken birşeyler sayıklıyordu, ne dediğini dinleyemiyordum.

Başka bir alemde gibiydim. Ne yaptığını bizlere nereden baktığını, nasıl karşılandığını düşünüyordum. Ölümü düşünüyordum, ciğeri yanan onca insan nasıl olup da yaşamaya devam edebiliyordu. İnsan olmak nasıl çetin bir sınavlar yumağıydı. Yumağı çözmek herkese nasip olmuyordu. Annesi birara bana seslendi. “Hadi benim yüreğim yanıyor, sana ne oldu nerelere dalıyorsun böyle?”  Belki bu da benim için provaydı... Muhakkak beni de bulacak olan hem yakınlarından birisini ve hem de canını teslim edecek olmanın provası...

fatma atıcı


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.