Cidal



Kemikleşmiş acılar koparılıp atılabilir mi ruhundan?
-Liğme liğme edilmiş her bir zerren inlerken, sen neyin susuzluğunu çekiyorsun?
-Kana kana içeceğin ab-ı hayat; gözpınarlarından gelmez de nereden gelir?
-Söyle ey bîçare yolcu! Buldum dediğin mutluluk her an kaçmadı mı ötelere?
-İçine çektiğini, misk kokusu sanıp koca bir sersemlikten ayıldığında, anlamadın mı seni uyuşturduğunu? 

-Hayır! Beni boşluğuna sürükleyemezsin. Benden önce O var. Dinle:

-Ölüm fermanının sağ eline verildiği günü an.. Biliyordun eline aldığının, aslında senin sonun olduğunu. Bu nasıl bir hazırlanıştı ki içindeki mesuliyet duygusu "geri dönüş yok" diyordu. Gidiyordun, bir bilinmeze. Aldığın pırıltılı fermanla kapkaranlık bir kuyuya düşmüştün. Üzerine planlar yapılmış, bilmediğin hikayeler yazılmıştı.

 Kuyu.. Karanlık.. Kopkoyu bir yalnızlık.. Öyle bir yalnızlık ki kendinle bile paylaşmadığın.. Sarılmak için hep köşede bekleyen.. İçini ısıtacak olanın o olduğunu bildiğin halde kaçıp yılana sarıldın. İyi mi oldu yani! Zehri yudumlarken bir yandan, sağanak sağanak yağmurlarla yıkanmayı bekledin sonra günahından, günah saydığından..

 Kuyunun karanlığını zehrin sersemliği, pişmanlığın affedilemezliği, çiyanların hileleri, rutubet kokulu zindan aldı. Her geçen gün kalbinden damlayan o sıcak kırmızı şeyin kızılcık şerbeti olduğunu söyleyip te kandırdığını zannettin kendini. Sabır... Heyhat! Nereye kadar? Sen ne kadar sahiplensen de kara talihini, ne kadar taş bassan da minicik yüreğine sızısını dindirmek için; artık yerin "Naz Makamı" olmuştu O'nun için.

 Evet ya! Naz Makamı.. Yusuf'u kuyudan çıkaran ama sonra zindanda sınayan, en sonunda da ilmiyle şereflendirip saraylara layık gören O.. O seni de girdiğin kör kuyudan, zindandan kurtarmadı mı? Öyle bir kuyu ki, öldün üstüne topraklar serildi; öyle bir zindan ki takvimler ve insanlar söylese de günlerin geçtiğini, "bu bitmeyecek ki ama" diyen afallamış bir hâl ile sanki bir kabir bekleyişi gibi sessiz çırpınışlarını sakladı. Ve tutup zayıf elini, çekiverdi seni kutsîler memleketine..

 "Sen öldün" dedi ve sonra "Sen, asıl Sen doğdun" dedi. "Yaprağın kaderi düşmekti, şimdi yapraklarının dökülmesini izledimse, sapasağlam bir çınar olman için de kopardım aldım bak seni. Hadi kök sal derinlere, hadi avuç aç göklere!" dedi.

-Haydi söyle! O'nun sözünün üstüne tek bir söz söyle, çekebilir misin beni boş derinliğine?

 -Çok ötelerde içime ruhundan üfleyen! Yıkık dökük ülkemi onaran mimar, ruhumun bilmediğim gizlerini bilip, yüreğimin içli sızılarını dindiren tabip.. Yine içime tatlı bir huzur üfledin! Teşekkür ederim..

fatma beyza baş


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.