Amerikan filmlerindeki aksiyon sahnelerini aratmayan bir giriş, aynı filmlere özgü diyalog ve repliklerle, “acaba yanlış bir filme mi geldik” sorusunu aklımdan alan şey, koltuklarına yerleşmekte geç kalan izleyiciler oldu. Oysa bu soruyu belki de yarım saat içinde ikinci soruşumdu kendime. Son dönemin en çok beklenen filmi olmasına karşın salonun boşluğu karşısında hayret edişime. Öyle ya, arama motorlarında bile “new” ibaresi yeterli oluyordu filmin isminin tam olarak ekranınızda görünmesi için. İşte öyle bir film “new york’ta beş minare.”
Mahsun Kırmızıgül: “Ülkenin ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’ın en tanınmış sanatçılarından biri. Başarının zirvesinde çok büyük kazançlar elde ederken o yüzünü ülkenin görmezden gelinen sorunlarına dönen ve bu önermeye sahip filmler yapan bir ismi”. Kendini böyle tanımlamış resmi sitesinde Mahsun Kırmızıgül. 2007 yılında beyaz perdenin en beklenmedik transferi olarak sinema salonlarını dolduran isimlerin karşısında endamı arz eder. Peş peşe iki filmi ile de kendinden beklenmeyen bir gişe başarısı elde eder. Sinema anlatımı ve kullandığı dil yetkin ve yeterli bulunmasa bile yıllar içinde “türkücülükten” yönetmenliğe yaptığı geçiş ile adından söz ettirmeyi bilir ve sonraki çalışmaları için izleyiciden belli bir krediyi hanesine yazarak yoluna devam eder. İşte bu kredi ile çektiği son filmi ile karşımızda bu sefer Mahsun. Filmi bu yönüyle sorgulamak gerekmekte.
Filmin temas etmeyi istediği ama bir türlü ele avuca gelmeyen, yakalanamayan bir konusu var. Hep yazılıp çizildiği üzere “ılımlı İslam vurgusu”. Konu başlı başına bir derya, bir film ile anlatılamayacak kadar geniş ve engin. Buraya kadar mantıklı geliyor bir sinema filminde bunun yeterince açıklanamayacağı. Ancak filmin gizlenmiş “ana hikayesi” için neden böyle bir girişin yapıldığı ve seçildiği sorusu ile ayrılıyorsunuz salondan. Elbette soru işaretleri sadece bununla sınırlı değil. Ilımlı İslam teması etrafında dönerken konuyu açmaya ve açıklamaya çalışılırken girilen tali yolların neredeyse hemen hepsi çıkmaz yol olarak kalıyor zihinlerde. Kimi ya da kimlerin liderliğini üstlendiğini anlayamadığınız Ali Sürmeli tarafından canlandırılan bir hoca karakteri, ılımlı İslam konusunu anlatmaya çalışırken neden değinildiğine anlam veremeyeceğiniz bir ülkücü yemin töreni sahnesi ve filmin en başında ilgiyi maksimize etmek için kullanılan ancak karşılığının olmadığını düşündüğüm sözüm ona “aşırı dinci” bir yapılanma. Özellikle filmin ılımlı islamın batıya anlatılması amacıyla yabancı ülkelerde ülkemizi temsil ödevi yüklenmesi durumu göz önünde alındığında, çatışma sahnelerindeki kişi ya da kişilerin Türkiye gerçeği hakkında yanlış bir izlenime sebebiyet vereceği gerçeği unutulmamalı. Bu bile başlı başına bir soru işareti ve üzerinde düşünülmesi gereken bir ayrıntı.
Bu gözlemlerle ilk yarıyı geride bıraktığımızda ise skor tabelasında Beklenti:0 – Mahsun:1 yazmaktaydı. İkinci yarı için temponun biraz daha artmasını bekleyerek koltuklardaki yerimizi alırken filmin hem ülke/kıta hem de konu değiştirerek iki oyuncu değişikliği ile daha dinamik bir dil ile bizlerin isteğine karşılık vermeyi amaçladığını görüyor ve ümitleniyoruz. Ama ne yazık ki ilk yarıdaki konu ve kurgudaki kopukluk çok geçmeden burada da kendini hissettiriyor. Filmin ilk yarısında bolca kullanılan New York siluetinin kurtaramadığı ilgiyi diri tutma girişimlerinin yerini bu defa ortaya çeşni niyetine her fırsatta görmeye alışık olduğumuz semazenler, İstanbul’dan cami manzaraları ve benzerleri alıyor. Ama onlarda ilk yarıda olduğu gibi verilmek istenen ama bir türlü verilemeyen o mesajı vermekte yeterli olamıyor. Sizde ikinci yarıda iyice emin oluyorsunuz senaristin dersine iyi çalışmadığını ve görselliğe dayanan ama zihinsel “önermeler” in yetersiz olduğu basit bir kurgu ile karşı karşıya olduğunuza ve bırakıyorsunuz kendinizi dalgaların kendisine.
Filmin sonlarına doğru yönetmenin artık klasikleşen tali yoldan ana yola çıkış şeklinde konuyu bağlamak istediği yere getirme çabası karşısında çoktan gardınız düşmüş ve dikkatinizin dağıldığı gerçeği ile yüzleşiyorsunuz. Filmin kahramanlarının yine güneyli olması dikkatlerden kaçmadığı gibi, siz de yeni soru işaretleri üretiyorsunuz kendi kendinize. Filmde neden Bitlis vurgusu var, Bitlis ve Bitlis’den çıkan ünlü simalar ile ilgili bir yerlere verilmek istenen bir mesaj mı var gibi sorular bunlardan sadece bazıları. Ancak konumuz polemik yaratmak değil sadece fikirlerimizi paylaşmak olduğu için onlar bu yazının konusu dışında kalıyor.
Film bittiğinde skor tabelasında Mahsun’un bizim beklentilerimiz karşısında 2-0 lık üstünlüğünü görmüş oluyoruz. Ancak Mahsun’un kendi yarattığı kredinin de yine kendisi tarafından hanesine eksi yazılarak yok edildiğini de. Filmle ilgili olumlu yönlerde var elbet. Ancak konu bütünlüğüne ve anlatım tekniğine faydası olacak detaylar olarak görmediğim için anlatma gereği görmüyorum. Çekim teknikleri ve kullanılan mekanlar elbette farklı bir hava yaratmış ancak bütün bunlar bir filmde anlatılmak istenen konunun ve verilmek istenen mesajın kendisini direk etkileyebilme gücüne sahip olgular değil. Elimizde son dönem Türk dizi sektöründe fenomen olmuş tipik yeni nesil Türk polisiyesi ile yine Türk filmi tadında bir tragedyanın uzun metrajlı karışımı durmakta. O yüzden görsellikten geçen ancak senaryo, konu seçimi ve kurgudan sınıfta kalan bir yapımdan bahsediyoruz. Anlatılmak istenen çok konunun olduğu, bunların ufacık temaslarla anlatıldığının sanıldığı ancak kıyısından bile geçilemediği bir “patchwork” çalışmasını andırıyor “new york’ta beş minare”. Öyle ki anlatım tarzı ve işleniş şekliyle bir seri filmi beklentisi içine girmenize sebep olurken, bu anlatımdan nasıl bir devam filmi çıkacağı soru işareti ile bitiyor. Yönetmenin bu film ile ortaya koymayı amaçladığı "yönerme" nin belirsizliği ise tam bir muamma. Aynı bu yazıda kullanılan anlatım gibi kurgusu eksik, çatısı olmayan ve baştan savma. Sırf gitmeyenler ne demek istediğimi anlasınlar diye.
koray demir
yinede saygıdandır, mahsun kırmızıgül diye soyadıyla beraber yazarsanız adını daha hoş olur.
YanıtlaSilfilmi fazla abartmalarından kaynaklı bu beklenti de.
abartılacak bir film değil, size kısmen katılıyorum.
filmden çıktıktan sonra eksik kalan bişeyler olduğunu farkettim.Bana filmi soranlara hiçbir yorum yapamadım,bir konudan bahsedemedim. Yani yorumunuza tamamen katılıyorum.Bende ki düşünceyi net olarak anlatmışsınız...
YanıtlaSil