Bir gün içiyordunuz. Körkütük ayakta kalamamacasına.
İçerken “eğer bir gün ölürsem beni kendi memleketime götürüp kendi topraklarımın koynuna bırakır mısın” dedin.
Arkadaşın gülümsedi. “Şimdi ölmekten bahsetmenin sırası mı?” diye sana çıkıştı hatta. Nerden aklına geldi bilinmez.
Ölmeyi bu kadar istemen ıssızlıktan mı?
Ama tam tersi bir durumla karşı karşıya kaldın işte. Arkadaşın, her gün kafaları çekip kadınları dikizlediğin arkadaşın öldü. Ondan söz aldığın geçen akşam ki konuşmanız aklına geldi.
Uzun bir yolculuğa çıkma zamanı…
İlk bindiğin otobüste ki soyguncunun dediği gibi seninki gerçek bir vefa. Bunu vefa için mi yapıyorsun ilk başlarda anlayamadım açıkçası. Birileri de benim naşımı memleketime taşır umudu belki de.
Senin anavatanın ne kadar da büyük. Uçsuz bucaksız. Pirinç tarlaları, çay bahçeleri görüyorum dağların arasında. Umursamaz kamyon şoförleri, hırsızlar ve biteviye yalnızlık…
Bu uzun yolculuk esnasında o kadar ümitsizliğe düştüğün zamanlar oldu ki ölmeyi bile istedin. Güzel yeşillik bir yer buldun ve çukur kazdın arkadaşın için. Onu götüremeyecektin artık. Burada bırakıp gitmek en iyisiydi.
Havadar, yemyeşil…
Denemek için mezarın içine girdiğinde gördün ki ölmek ne güzel bir şey. O mezarda öylece kalakaldın. Saatlerce uyudun. Uyandığında bu mezarın içine ben gömülmeliyim dedin ama ölmek o kadar da kolay değil Çinli dostum.
Ve sonra… Öldüğünü zannettiğin o güzel an. Tepelik bir yerde uyanıyorsun. Belki de kendini cennette zannediyorsun da olabilir.
Bir arıcı aileyle tanıştın. Onların hayat hikâyelerine ortak oldun. Ülkenin sanayileşmesinin getirdiği acılara şahit oldun. Ülken büyüyor gelişiyor ve insanlar daha mutsuz oluyorlardı.
Mutsuz olmak istemedin ve sen de bundan sonra hep özgür işler yapacağına dair söz verdin içinden.
Sonra yine hayal kırıklıkları, üçkağıtlar, pespayelikler.
Ve bir aşk yorganına sarınıyorsun bir akşamüzeri. Tam üşüyecekken, üşümüşken kalakalmışken…
Bir kadın, seni bekleyeceğini söylüyor. Bir kadın var umut ettiğin artık.
Sonra yine yollar, çamurlu yollar.
Sahte bir vefa değil bu. Gerçeğinden kan kırmızı.
Anavatan gittikçe büyüyor dostum. Memleket gezdikçe seviliyor…
Anavatanımız bir deniz olsaydı,
İçinde mutlu bir şekilde yüzen bir balık olurdum.
Anavatanımız bir yol olsaydı,
Üstünde mutlu bir şekilde giden bir araba olurdum.
Anavatanımız bir ağaç olsaydı,
Dalında mutlu bir şekilde sallanan minik bir yaprak olurdum.
adnan söylemez
"Ve bir aşk yorganına sarınıyorsun bir akşamüzeri. Tam üşüyecekken, üşümüşken kalakalmışken…"
YanıtlaSil