Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’nin İktisadi Açıdan Gelişmesinde Temel Sorun




Demokrasi, bireysel hak ve özgürlüklerin tesis edildiği bir yönetim biçimi olmasının yanında, girişimcilik ve serbest teşebbüs hakkının bireyler ve tüzel kişiler yoluyla tüm topluma aktarımının sağlandığı değerler sistemidir. Bu değerler sisteminin sağladığı özgür girişim ortamının doğal sonucu olarak elde edilecek üretim çıktılarının, toplum içinde harekete geçireceği sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değerlerin katma değerlerinin çarpan etkisi çok daha yüksek olacaktır. Bu pencereden değerlendirildiğinde, dünyanın önde gelen ekonomilerinin ve bu ekonomileri barındıran demokratik sisteme sahip ülkelerin, hem evrensel insan haklarına saygıda hem de ekonomik kalkınmışlık sıralamalarında üst sıralarda olmaları elbette tesadüfî değildir. Demokrasinin ekonomik gelişme ve kalkınmaya zemin hazırlayacağını söyleyebileceğimiz gibi, ekonomik güç ve kalkınmışlığın da demokratik ortamın sürdürülebilmesinde en büyük destekçi olacağını söylemek mümkündür. Bu nedenle ekonomik hak ve özgürlüklerin belirli bir seviyeye ulaşmaması halinde demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Bu perspektif ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ülkelerinin ekonomileri konusunda bir değerlendirme yapacak olursak, ilk önce bu coğrafyada temel hak ve özgürlüklerin incelenmesi gerekmektedir. Elde edeceğimiz bulgular, ekonomik durumun açıklanması noktasında bir neden sonuç ilişkisi kurulması açısından yardımcı olacaktır.

On milyon km2’yi aşan büyüklük ve 300 milyonu aşan nüfus yapısıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ülkeleri toplumsal, ekonomik, sosyo-kültürel yapısı, siyasal şekil ve çok sayıda uluslar arası gücü bölgeye çeken petrol rezervleri sebebiyle uluslararası politik gündemin daima ana unsurlarından olmuştur. Ortadoğu sadece bu coğrafya üzerinde var olan kara parçası olmaktan ziyade üç büyük dine son beş bin yıl içinde ev sahipliği yapmış bir yerdir.[1] Benzer kültür, gelenek ve dini değerlere sahip bu ülkeler arasında tarihsel anlamda da benzerlikler söz konusudur. Siyasi anlamda da yine bu benzerliklerin etkisini görmek mümkündür. Söz konusu coğrafyada modern anlamda demokratik yapı ve kurumların varlığından bahsetmek son derece güçtür. Genel olarak katı, dışa kapalı ya da yarı geçirgen, baskıcı, totaliter ve monarşik rejimlerin bölge genelinde hâkim olduğunu söylemek mümkündür. Esasında bu baskıcı ve katı rejimlerin egemen oldukları topraklar üzerinde serbest girişimin önünü açacak esaslara izin vermeyecekleri açıktır. Böylesi bir durumda da ülkeler nezdinde yeterli üretimin yapılmadığı ve buna bağlı olarak yeterli sermaye birikimine ulaşılamadığı ve yoksul halk kitlelerinin bölge coğrafyası içinde sıkça karşılaşılan doğal bir tablo olduğunu söylemek mümkündür.

Bölge ülkeleri her ne kadar benzer sosyo-kültürel değerlere sahip olsalar da, beşeri sermaye ve doğal kaynaklar yönünden birbirlerinden ayrışırlar. Söz konusu ülkeler sahip oldukları doğal kaynaklar ve nüfus açısından üç farklı gruba ayrılırlar. Bunlar sırasıyla;

- Doğal kaynak yönünden fakir, ancak işgücünün bol olduğu ülkeler,
- Hem doğal kaynaklar, hem de işgücü açısından zengin ülkeler,
- Doğal kaynaklar bakımından zengin, fakat işgücünün yetersiz olduğu ülkeler şeklinde sınıflandırılmaktadır. Cibuti, Mısır, Ürdün, Tunus, Fas, Lübnan ve Filistin birinci grupta; Cezayir, İran, Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkeler ikinci grupta ve Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği de üçüncü grupta yer alırlar.[2]

Esasında yukarıda ki sınıflandırmanın doğal kaynaklar ve iş gücü arzı açısından getirdiği farklılığının, söz konusu yönetim biçimi ve serbest girişim hakkı olduğunda herhangi bir farklılık arz etmediğini görmekteyiz. Her ne kadar bölge ülkeleri içinde kişisel ekonomik durumun farklılık arz ettiği uç örnekler olsa da, bu durumun kişinin temel demokratik haklarından olan seçme ve seçilme noktasında benzer durumları doğurduğunu görmek mümkündür. Durumu bir örnek ile açıklayacak olursak; kişi başı GSMH seviyesi $2.423 olan Ürdün ile yine aynı şekilde kişi başı GSMH seviyesi $14.619[3] olan Suudi Arabistan vatandaşları açısından yönetime dâhil olma ve yöneticilerin seçimi konusunda temel anlamda bir farklılık bulunmamaktadır. Bu noktadan hareketle ekonomik gelişmişliğin demokratik gelişmişliğin açıklanmasında tek başında bir anlam ifade etmediğini söyleyebiliriz.

Söz konusu bölge 2010 yılı itibariyle 330,9 milyon civarında bir nüfusa sahiptir. Bölgede yıllık nüfus artış hızı II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, dünya ortalamasının üzerinde seyretmektedir.[4] Hızlı nüfus artışı beraberinde işgücünde de hızlı bir artışı getirmektedir. Ancak işgücündeki bu hızlı artışa rağmen yeni istihdam alanlarının yaratılamıyor olması 1980’lerin ortalarından bu yana bölgenin resmi kayıtlara göre işsizlik oranının %15 düzeyinde seyretmesine yol açmıştır.[5] Gayri resmi rakamların bu değerin çok üzerinde olduğu düşünülmektedir. Bölgedeki işgücündeki bu artışa karşın, egemen siyasal ve ekonomik yapıların yeni istihdam alanlarının yaratılmasına imkân verecek esnekliğe sahip olmadıkları bilinmektedir. Bu durumun doğal bir sonucu da özel sektör ve teşebbüslerin yeterince gelişmemesidir. Özel sektörün gelişmemesinde ki temel sebep ise yukarıda da bahsettiğimiz temel hak ve özgürlüklere gereken önemin verilmemesi ve serbest girişim hakkının bölge halklarının elinden alınması yatmaktadır. Bölge halklarının sahip olmadıkları serbest mülkiyet ve girişim haklarının yanında, tabana yayılmayan sermaye yeterliliğinin eksikliği de bu anlamda özel sektörün gelişmemesinde önemli bir etken olmuştur. Dış yatırım çekme noktasında ise belirli sektörlerin –ki genel anlamıyla enerji bunların başında gelmektedir- dışına çıkılamamış olması genel anlamda bu ekonomik tablonun değişmemesinin en temel unsurlarındandır. Bölge ekonomilerinin genel anlamda sermaye ağırlıklı üretimden ziyade yer altı zenginliklerine, bunun mümkün olmadığı coğrafyalarda ise emek ağırlıklı düşük getirili sektörler temeline dayanması bölge halklarının fakirleşmesinde büyük rol oynamaktadır. Kaldı ki yer altı kaynaklarının yenilenebilir olmaması ve petrol zengini ülkelerin sanayi yapıları içinde tek sanayi kolunun petrol sanayisi olması içinde bulunulan ironik duruma en güzel örnektir. Doğal kaynak bağımlılığı körfez ülkelerinin, gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi çeşitli mal ve hizmet üretebilme yeteneğinden yoksun olmasına neden olmuştur. Bir Arap bu konuyla ilintili olarak şunları söylemektedir; ‘’Benim babam deveye biniyordu; ben otomobil kullanıyorum, benim oğlum jet kullanıyor, onun oğlu ise tekrar deveye binecek’’[6]. Bu söz bölgedeki petrolün tükenebilir bir kaynak olduğunu ve ayrıca eğer üretimde çeşitliliğe gidilmez ise petrol tükendikten sonra ellerinde hiçbir şey kalmayacağını göstermektedir. Elbette bu çeşitliliğe gidecek yol bahsi geçen temel hak ve özgürlüklerin tesis ve temin edilmesi ile gerçekleşebilecektir.

Kanada kökenli Fraser Institute tarafından hazırlanan Economic Freedom of the World adlı endeks, ülkelerin ekonomik özgürlüklerini beş temel kriterin göstergelerine dayanarak hesaplar. Bu kriterler şunladır: devletin büyüklüğü (harcamalar, vergiler ve girişimde), hukuksal yapı ve mülkiyet hakları, sağlam paraya erişim, uluslararası ticaret serbestliği ile emek, sermaye ve kredi piyasasında düzenlemelerdir.[7] ABD kaynaklı Heritage Foundation’ın hazırladığı endekse göre ise ekonomik özgürlük on bileşenden oluşmaktadır. Bunlar;

· İşgücü özgürlüğü
· Mülkiyet hakları
· Finansal özgürlük
· Yatırım özgürlüğü
· Mali özgürlük
· Hükümet harcamaları
· Ticaret özgürlüğü
· Rüşvet ve yolsuzluktan muafiyet
· Girişim özgürlüğü ve
· Parasal özgürlüktür[8]

Bölge ülkeleri yukarıda da anlatmaya çalıştığımız şekilde bu değerler açısından son derece yetersiz durumdadırlar. Bölge ülkelerinin bahsi geçen ekonomik özgürlüklerinin önündeki engeller ise; hukuksal mevzuat, güçlü bürokratik yapı, ulaşım imkânlarının yetersizliği, iletişim alanındaki sınırlamalar ve bu alandaki altyapı yetersizliği, iktisadi ve siyasi belirsizliktir.

Görüldüğü üzere bahsi geçen unsurlardan müspet olanların söz konusu ülkelerde inşası, menfi olanların ise bertaraf edilmesi ancak demokratik yapı ve kurumların sisteme kazandırılması ile mümkün olacaktır. Kişi hak ve özgürlüklerine saygılı, girişim serbestîsi ve özgürlüğünün doğal bir süreç olarak tanımlanacağı bu demokratik sistem, çarpan etkisi ile tüm halkın refah seviyesini artıracak ve başta adaletsiz gelir dağılımı olmak üzere birçok sorunun ortadan kalkmasında temel rol oynayacaktır.

tolgahan osmanoğlu

[1] Abdurrahman Arslan, “İslam, Ortadoğu, Anglosaksonlar”, Birikim Dergisi, İstanbul 2003, s.33-34
[2] Yrd.Do.Dr. Hamdi Genç, Arap Baharı’nın Dünya ve Türkiye Ticari İlişkilerine Etkileri, MÜSİAD Çerçeve Dergisi, 57.Sayı, S.45
[3] Kişi başına GSMH'ye göre ülkelerin listesi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ki%C5%9Fi_ba%C5%9F%C4%B1na_GSMH'ye_g%C3%B6re_%C3%BClkelerin_listes)[4] The World Bank, World Development Indıcators (WDI) 2011, s. 38.
[5] Yrd.Doç.Dr. Hamdi Genç, a.g.e., S.48
[6] Yrd. Doç. Dr. Harun Öztürkler, Petrol Fiyatlarındaki Dalgalanmaların Körfez Ülkeleri Ekonomileri Üzerindeki Etkileri, http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=235
[7] Fraser Institute, Economic Freedom of the World 2011 Annual Report, Canada 2011, s. 5
[8] Yrd.Doç.Dr. Hamdi Genç, a.g.e., S.50


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.