Kitaplar ve Çerçeveler- Çerçeve Savaşları


Raflarında dizili kitaplardan, içlerine türlü türlü desenler, resimler ve insan portreleri sığdırılan metal, ahşap ve plastik çerçevelerden değil, her türden iç içe çerçevenin içine yerleştirilmiş çeşit çeşit kitaplardan bahsedeceğiz. O resmi çizelim önce. İç içe çerçeveler hayal edin ve en içteki küçük çerçeveden başlayarak birer kitap yerleştirin sonraki her büyük çerçevenin boşluklarına. Resminizden hoşnut olduğunuz anda da bu çerçeveleri sona erdirin ve eserinizi inceleyin.

Eserinize bakarak, çizdiğiniz kitapların sizin sistem ve düzen algınıza göre ya rastgele ya da hesaplanmış ölçüm aralıklarına göre yerleştirildiğini söyleyeceğim. Bunu siz resminizi çizdikten sonra, onu diğer türdeş resimlerle mukayese ettiğinizde hiç zorlanmadan fark edeceksinizdir eminim. Aynen düşüncelerinizi, işinizi, kıyafetlerinizi, eşinizi, işinizi ve çocuğunuzu mukayese ettiğiniz gibi. İşte bu meselden de görebileceğimiz gibi, çizdiğimiz iç içe çerçevelerin içine yerleştirdiğimiz kitaplar bu çerçeve anlayışına göre yazılmışlardır ve amaçları sizin kafanızdaki çerçevelerin çizilmesini sağlamak, o çerçeveleri bânilerin keyfi kadarınca genişletmek veya daraltmaktır. Birbirini çizen ellerdeki paradoks gibi, siz kitapları çerçeveler içine alırken kitaplarda sizi çerçevelerle sarmalarlar. Adem-Havva ve İblis’ten, Hâbil ve Kabil’den bu yana insanın o kocaman ve derin zihninde, o zihnin sınırlarının çizilmesi ve bu sınırların zabt-u rabt altına alınması için yapılan savaşlar çerçeve savaşlarıdırlar.


Muhâkeme, esaslı bir faaliyettir. İşinizde harcadığınız emekle karşılığında aldığınız ücreti, almanız gereken ücretle mukayese etmeniz bir mukâyesedir, kıldığınız namaz ile aldığınız kulluk hazzını, almanız gereken haz miktarı ile mukayese etmeniz de bir mukâyesedir. Peki, okuduğunuz kitaplardan aldığınız bilgi ile çizdiğiniz hilâfet rotasına baktınız mı? Hilâfet, öyle Osmanlı’dan Memlûklere, onlardan Fatimîlere, onlardan Abbasilere, onlardan Emevilere kadar uzanan siyâset makamı değildir, biliniz; insanın Allah’ın kendisine verdiği emirler ve yasaklarla Dünya hayatında Allah’a hakkıyla kul olmak adına ele aldığı dünyayı işleme ve insanlık faydasına devşirilecek netice çıkarma ‘çerçeve yetkisi’ne denir, hilâfet. Mukâyese için okuduğunuz kitapların resmini çizin önce. Sonra hilâfet rotanıza dönüp bakarız, olmaz mı?
 

Hani, matbaa çıktığında Avrupa’da ortaçağ bitmeye başlamıştı ya, işte öyle derin bir mesele bu. Hani, Kur’an vahyedilip insanlar gerçek dine davet edildiğinde cahiliye derebeyleri kızgınlıklarından küplere binmişlerdi, Kabalacı Yahudiler ile papazlar ve rahipler zelzeleye tutulmuşlar gibi korkudan titreyip durmuşlardı da her türlü fitne fesat çarkını kurmuşlardı ya, işte öyle büyük bir mesele bu. Kiliselerin matbaa’ya nasıl düşman olduklarını, onu nasıl şeytan işi diye nitelendirdiklerini hatırlar, gelip yasak kitaplara göz atarsanız kavganın çerçeve kavgası olduğunu kolaylıkla anlarsınız. Sonra kavgaların içinden çıkıp geldiğinizde hep yeni bir düzen, yeni bir yasalar ve haklar efsanesi dinleyerek keyiflenir, zihinlerinizin her tarafından kıskıvrak yakalanarak yönetilirsiniz de hızlıca geçip giden zamandan sonra bir de bakarsınız ki; torunlarınız başka efsanelerle meşguller. Kuşak çatışması gibi olağan, kosmos gibi karışık, vesaire sebeplerle başka çerçevelerin esiri olmuş nesillerle çatık kaşlı bir geçmiş ve gelecek kavgası yaşarsınız. Sizden başka herkes bilir ki; kafasının içini çizemediğin insanı yönetemezsin!
 

Filmler de hızlandırılmış görsel kitaplardır. Diziler ise sindire sindire yedirilen uzun vakitli yemekler gibi. Senaryolar bu hesap üzerine yapılır. Kafaların içi çizilir, sınırlar belirlenir ve ”al işte sana hayat; yaşa!” denilir. Siz de çizilmiş çerçevelerin içinde istenilenleri düşünerek büyük bir keyif ve dünyevî saadet içinde yaşar, sonra o çerçeve içinde dolaşıp duran birer sinek gibi ölüp gidersiniz.
 

İşte size kitapların çizdiği modern ve nostaljik hayat.
 

Tanrısız ol, yasaları keyfince düzenleyebilecek kişileri seç, yasakları yasakla. Okuduğun kitaplarda kahramanların yatak odalarına kapının anahtar deliğinden değil odanın tavanına kurularak yataktakileri dikizleyip anlatan yazarların çizdiği rotada ya da yönetmenin patlayan bombalar, vızıldayan mermiler arasından veya ölüm ağıtlarının, duygusal, kişisel çatırdayışların tam göbeğinde büyük bir özenle çektirip izlettirdiği çıplaklığı/cinselliği dimâğının en büyük meskeninde dakikalarca tut. Erkeksen; kurulan düzenekler nefsinin istediği kadını alıp gelsin. Gazetelerin arka sayfalarında, magazin eklerinde sev onları, bazen parasını ödeyerek zihninin yatağına al. Din ile alakalı kırıntılar varsa tuvalinde, sana anlatılan masallardaki gibi davran; fedâkar ol, uğruna ölünecek sevgililer ara, sonra bu arayışından utan, de ki; ilâhi aşka giden yolda Leylâ şarttır. Şiirler yaz önceleri, kahır dolu denemeler sür geleceğin izlerine, çömezleri eğit yahut uyar -her ne yaparsan onlar bunda bir derinlik bulacaklardır- . Ve büyü takdis edilmiş ruhanî çerçevelerde. Kerâmet beklerken gecelerin köklerine gönderilmiş rüyalarda; “aşk” de.
 

Kadınsan; kadının kadına bakmasını erkeğin kadına bakması gibi algılamakla modernitenin çizdiği rotaya uyacaksın, endişelenme; artık yasalar bile sana yan bakamıyor, erkeklere bakamadığı gibi. Erkeğe bakman veya erkeği kendine baktırman, romanların, şiirlerin, öykülerin, efsanelerin, aşk yoğunluklu temâların tümünde sana yakışan en iyi tavır olarak övülüyor; bak tüm şarkılar senin için. Erkekler bütün emeklerini senin ayaklarının altına sererken sana tapındıklarını bilmiyorlar. Bunun tadını çıkar; onların düşüncelerinde ne kadar çok kalırsan o kadar büyürsün, tapınılacak kadın olursun. Birazcık din ile alakalı motifler varsa zihnine çizilen çerçevelerin içinde, sıkılma; Leyla-Mevla koşu yolunun Leyla’sı olmaktan onur duy; sen erkeği kendi derinliklerinde boğarken erkek senden Mevlâsı’na ulaşacak olan yolu bulacaktır ve sen kutsanmış bir menekşe gibi o yolun sonunda terk edilmeye mahkûm olmaktan ötürü haz al. Erkeğin Mevlâ niyetine çıktığı yolda belâ bulması seni ilgilendirmiyor –o, onun ahmaklığı- seni sorumlu tutmuyor; seni o çerçeveler içinde çerçeveleyen bânilere göre, sen bedeninle ve sana biçilen rolle bu kutsal yolculukta sadece bir bineksin. Erkek için bir lâle kadar kırılgan, bir rakkâse kadar kıvrak ve bir vahşi kısrak kadar meçhul olmalısın. İlâhî aşk terraneleri içinde uyuman için dergâhlarda çizilen çerçeveleri anlatan kitapları okumaya devam et; ihtişâmlı bir hâlet-i ruhiye ve huşû içinde“aşk” de.
 

İster erkek ol, ister kadın “Aşk” de, bak; bir nakkaş titizliği ile çizilen tarihi çerçevelerde, -bugünde oturdukları halde- koca koca adamlar, profesörler romanlar yazıyorlar. Sende okuyorsun aşk cambazlıklarını o köhne, o batık- çeyrek farisî, çeyrek arabî, çeyrek turkî, çeyrek de iyonik dilin sanat diye anlatılan- çerçevelerinin içinde. Geçmişte aşk zümrüt imiş gibi çekiyor mahur gözlerle meçhule bakan bugünkü kurbanları. Yahut modernite tutup kaldırıyor masalların içindeki rezâleti, aşksız pazarlıklar yapıyor özgürlük denen pastel boyalarla çizilmiş çerçevelerin ışıklı sahnelerinde. Tat al, sanat diyerek.
 

Kitapların çizdiği nostaljik ve modern hayattan artık hâz almaz mısınız?
 

Dünya klasiklerini görüyor musunuz? O klasiklerin gücünü hissediyor musunuz? Klasik okuyarak yazar ve kitap analizi yapanları hayran hayran dinlerken kendinize/kendi yetersizliklerinize kızmıyor musunuz yoksa? Erdemi ve hikmeti bulmuş, özümsemiş ve kendi bireysel tekâmüllerini bu hayâl çerçeve içinde tamamlamış gibi duranlara bakarken çizilen çerçevelere dikkatle bakınız. Bomboş geçmiş bir ömür ne kadar güzel yansıyor değil mi süslü sözcüklerin içinde? Rus, Fransız, İngiliz, İspanyol, İtalyan kadınlarının ve erkeklerinin yaşadıklarını anlatan klasikleri okumadığınızda eksilir misiniz? O anlatıcıların hangi bunalımlarını, hangi hastalıklarını, hangi günah itiraflarını, hangi derin hesaplarını kitaplarında çerçeve yapıp size anlattıklarını ve bu çabalarının birer meşrulaşma gayretinden başka bir şey olmadığını göremiyor musunuz? O anlatıcıların hepsi nefsin karanlık kuyularında iblisle yaşadıkları işbirliklerini anlatmıyorlar mı? Sizi iblisle tanıştırıp onun hesaplarına alıştırmıyorlar mı? Sizi ve inanç çerçevenizi ilgilendirmeyen, ama nefsinizi ilgilendiren nesnelerle meşgul olmanızı öğütleyen duruşlardan vazgeçmeyi düşünmez misiniz?
 

Kitaplar değerlerini sırtlarında taşıyan ölümsüz anlatıcılardır ve yazarlarını aşar giderler. Her kitap okuyucusu için bu yüzden tehlikelidir. Tehlikelidir, çünkü; hangi dalgaları içerdiği bilinmemektedir. Hangi denizlerde hangi rotalarda yol aldığı bilinmemektedir. Ateistlerin çoğalma güdülerinin temelinde de bu güç ve bilinmezlik cazibesi vardır. Kitaplarını bu sebeple yazarlar, konferansları bu yüzden çekicidir. Nefse sınır koyanlara karşı, sınırlı özgürlüğün karşı konulmaz kokusunu tanrısız köylerde, kentlerde ve nehirlerde yayacaklarını bilirler. İnsan kendisini yaratanı sorgulamayı anlatıcılardan öğrenir. O arsız menfaatperestler bunu çok iyi bilmekte ve alakalı serüvenleri teşekkül ettirip emirlerini bir bir icra ettirmektedirler. Çizdikleri çerçeveleri fark edenlere karşı başka bir çerçeve hazırlamışlardır. Tıpkı klasik okumayanlara cahil diye bakanlar gibi, ateistler de çizdikleri çerçeveleri fark ederek kendilerini eleştirenlere aptal gözüyle bakarlar. Bu bakışı da yine bir çerçeve olarak kitaplarında takdim ederler.
 

Ah, evet işte kaçınılmaz yer; Din. Aşk, entelektüel kapasite ve sonrasında Din. Din’in Leyla-Mevla aşk tarafından bakmayanların gelip durdukları yerde kitaplar ne haldeler? Çizdikleri çerçeveler nasıldır? Hani o, son Selçuklu yıkılırken, Osmanlı henüz yokken, Haçlıların atlarının toynakları Kudüs’ü ezip geçtikten az sonra soysuzlaşmış Endülüs’ten kopup gelen şeytâni nefese kadar kopan fırtınaları bir tarafa bırakınız. Mu’tezileyi, şia’yı, hâricileri, Hallac-ı Mansur’u ve daha nice teyakkuz evrelerini bir kenarda tutunuz. Şeytânî Endülüs nefesinin Şam’a, Konya’ya konduğu günden bu yana büyüyen ve her tarafı kaplayan Kara Kaplı kitaplardan yayılanlara bakınız. Bir kenarda durarak, Kur’an İslâm’ının nasıl sayfa sayfa, sûre sûre, ayet ayet, harf harf dürüldüğünü ve dürülen ve kapanan kapağıyla Mushâf’ın kalın perdelerin arkasına insafsızca sürüldüğünü izleyiniz. Ölülere yakılan ağıtların yerine geçen, güzel sesli kârîlerin cep harçlığı yaptıkları Kur’an tilâvetini dinleyiniz. Onun yerine konan kalın ve saklı kitaplarda rivayetleri, rüyâları, gizli ilimleri babalarınıza, dedelerinize tedris ettirip, tahrif edilmiş Tevrat, Zebur ve İncil’den ustalıkla çekip İslâm’a giydirilen düzenbazlıkları görün. Dedelerinizin ve babalarınızın pür dikkat kerâmete nail olmak için üzerine titredikleri ufku ve mürşidleri birbirleriyle söyleştirin. Ninelerinize ve annelerinize kadın halleriyle nasıl yılan ve İblis’le kolkola poz verdirildiğini gördünüz mü? Görmediyseniz, Osmanlı’ın medreselerinden kaldırılan fennî, tıbbî ve daha birçok akıl eseri müeyyideyi gömüldükleri taşsız mezarlarına kadar tâkib edin. Fâtih’e bakın. Fâtih’in Hurufilere açtığı kucakta izleyin Kabala’nın oğul verişini ve Din ile alakalı kitapların hemen her yerine kadar yayılmasını. Kurşun gibi ağır atmosferlerden dökülün gelin, önce ikiyüzlü elçilerini gönderip ardından kendileri gelen, II.Bayezid’in kuştüyü yataklarda besleyip büyüttüğü kabalacıların vakitlerinden yaşadığınız bugüne. Ve Kur’an okuyun. Onlar uzakta değiller; kitaplığınızdaki raflarda duruyorlar, büyüyüp gelen çocuklarınızı zehirlemek için. Kendi çerçevelerini onlara dayatıp haysiyetsiz ömürlerini sürdürmek için.
 

Raflarında dizili kitaplardan, içlerine türlü türlü desenler, resimler ve insan portreleri sığdırılan metal, ahşap ve plastik çerçevelerden değil, her türden iç içe çerçevenin içine yerleştirilmiş çeşit çeşit kitaplardan bahsettik. Çizdiğiniz o resme bakalım şimdi. İç içe çerçeveler hayal etmiştiniz ve en içteki küçük çerçeveden başlayarak birer kitap yerleştirmiştiniz sonraki her büyük çerçevenin boşluklarına. O eserinizi inceleyin. Eserinize bakarak, çizdiğiniz kitapların sizin sistem ve düzen algınıza göre rastgele mi hesaplanmış ölçüm aralıklarına göre mi yerleştirildiğini bana söyler misiniz şimdi? Rotanız neye göre?

alper selçuk


Yorum Gönder

Yorum Kuralları:

1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.

2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.

3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.

4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.