İnsan
ancak tüm nesneler konusunda
bilgi
sahibi olduktan sonra
kendini tanımış olacaktır
Çünkü nesneler insanın sadece sınırlarıdır.
Nietzsche
-1-
Yazıhanenin
kapısında büyük harflerle "Bilgi İşlem Merkezi/İşi Olmayan Giremez"
yazısına gözüm iliştiğinde uzun uzadıya beyaz levhaya bakmış, sonra
şaşkınlığımı yenemediğimden, Ferzenizm’in kayıp kişisi gibi belleğimin
karanlığında bir belirip bir sönen görüntüleri yerli yerine oturtuncaya kadar
bir zaman orada oyalanıp durdum.. yazının düşündüğümden de etkileyici olduğunu
anlamıştım.. Aylar önce Feridun Bey’i buna ikna edene kadar nasıl akla karayı
seçtiğimi anımsayınca, çaresiz gülücükler dağıtarak sabahın erken saatinde aynı
pandomime kasabı da ortak etmek isteyişimin altında hiçbir şey olamazdı
diyecektim, soluma dönüp baktığımda Şehrinaz derin uykusuna dalmıştı, beni dinlerken
uykuya dalacağını bilmiyordum, Nissan'ın içinde onunla benden başka kimse
yoktu.. "Rüya!” dedim, "Aslında her şey bir rüya!”
Nöbetçi
olduğu günler çok yorulduğunu söyleyen kadına uykusundayken ne kadar masum ve
el değmemiş fikrine kapıldım, bu rüyanın bozulmasını istemediğim için öykü
kahramanımın yerine koydum kendimi, onun gibi hayale sımsıkı sarılıp öyle
bekledim. Buyurgan ve denetleyici bir havaya sürükleyen yazıyı yine düşündüm..
büyüsünün insanı hizaya getirmesi bir yana .. kolay kolay sokulamayacağınızı
daha başından ihtar eden bu sese kulak vermeli, kulak kesilmeliydiniz, artık
bundan sonra bütün sorumluluk size aitti, sorumluluğu kabullenmiş olduğunuzu da
göstermek için size son bir şans daha tanınmıştı. Gizli yasanın sayfaları
önünüzde açılıyor ve siz de kaşla göz arasında kabullenmiş oluyordunuz bunları.
Böyle kati bir yönü de vardı, ya da hiç istemediğiniz olaylar başınıza
gelebilirdi, dikkatli olmanızı buyuran yetkenin kesin tutumuyla karşılaşmanız
sizi bu kadar şaşırtmamalıydı.. Başkalarının dünyasına hazırlıksız, izin
almadan giremeyeceğiniz bu levhayla resmileşmişti bir yerde. Artık bundan böyle
her insan istediği gibi içeri giremeyeceğinden, vara yoğa kapım çalınmayacak,
beni rahatsız etmeyeceklerinden, en azından kendine bir çeki düzen verdikten
sonra, işi varsa eğer, sorulması için bana başvurduklarında , ben de onlara
bildiğim kadarıyla yardımcı olmaktan kaçınmayacağımdan bunu bir yenilik olarak
kabul edebilirdi. Altı hafta önce, bir öğleden sonra, her şey yolunda
gitmekteyken, yoğun bir tempoya kendimi kaptırmış olduğuma göre hafta sonu
olmalıydı.. "Kalite Kontrol" firmasından gelen kişiler -Biri orta
yaşlarda etine dolgun bir kadındı, biri de kır saçlı, ensesi kalın, göbekli bir
vitrin insanı- ellerinde bir takım dosya ve çantalar Japon camlarıyla bezenmiş
Bilgi İşlem Merkezi'nin kapısı önünde belirdiklerinde .. yorgun ve bitmiş
halleri bana vitrinde yaşayan insanların dünyası hakkında bir ipucu vermişti az
çok. Kiyanüs’ün de gözü önünde cereyan eden olayın komik replikleri, zembereğinden
boşalan bozuk bir saatin işleyişi kadar ciddi bir komikliği çağrıştırdığından
olacak, gülmüştüm. Sonra saatleri kafamdan silip kendimi işe vermek isteyen bir
insana benzemek için az çabalamamıştım, geniş ve derin koltuğa gömülen tıkız
gövdemle birlikte.. Onunla ilk tanıştığım günü bile unuttum, evcilik oyununu
ortaya kimin attığını bile birbirimize söylemekten kaçındığımız o gün,
Şehrinaz'la birlikte gittiğimiz Sahaf’tan elimiz boş çıkarken hiç olmazsa yeni
bir şey öğrenmiştik. Karımın gözleri daha çok vitrindeki kitaplardaydı.. Agatha
Christie peşinde olmalıydı.. vitrinin köşesi çeşitli bölümlere ayrılmış, her
bölümde Sahaf’ın uydurduğu, kendi hayalindeki dünyaya uygunluğuyla seviyeli bu
garip yolculukta, Şehrinaz doyuncaya ve hevesini alıncaya kadar sesimi
çıkarmadan beklemiş, bir yandan da Sahafçıyı incelemekten kendimi alamamıştım.
KİTAPLARIN
BAKIMI Bölümü’nde dikkatle uyulması gerekenler benim de dikkatimi çekmiş, kısa
bildirisini okumadan duramamıştım. Kitapların yılda bir kez de olsa mutlaka elden
geçirilmesini ve havalandırılması gerektiğini yazıyordu, bunun için de -
kolaylık olsun için- birbirine çarparak tozunun alınmasının caydırıcı bir
özelliği vardı, ama ciltli maroken kaplılar için bir şey yazılmamıştı, belki de
bu sınıfa girdiği için, bir ayrıcalıkları yoktu. Kitapların renksiz deri
cilasıyla cilalanması ihtar gibi gelmişti bana.. ayakkabı cilasının da
olabileceği dipnotta verilmişti, bunlardan başka bir bilgi verilmediğinden
diğer paragrafa geçmiş, kendimi avundurmak istemiştim.
1750 Sene
evvel yapılan makinadan Adam Broşürü karımın da nazarı dikkatini celbetmiş
olmalıydı ki, ikimiz birden aynı bölümü okumuştuk, ama farklı imgeler
çıkardığımız kesindi broşürden. Sonra karım Şehrinaz'ın sıkılmış bir halde bana
baktığını, çalışma odasının aralık kapısından sızan sarı ışıkların altında onu
tanıyamadığım bir kadın kılığına girmişti, o pelerini neden giydiğini ve aynaya
baktığını anlayamadım. Eski zamanlara yolculuğum Şekerci'nin gözleriyle yarıda
kalmıştı; saçı sakalı birbirine karıştığı halde buna Kiyanüs’üm nasıl müsaade
ederdi ki?
"Anlamam!"
dedim, "Ben hiç anlamam!" Başımı salladım, öfkelendiğimi görmesini
istedim. Bir çift iri, üstelik boş bakan göz üzerindeyken insan nasıl rahat
olabilirdi ki? Saçları ıslak olduğuna göre dışarıda yağmur yağmaktaydı, yağmura
yakalanmış bir insanın buruş buruş olmuş yüzünde yokluk gezinmekteydi.
"Boş ver!" anlamında başımı sallayarak aylardır çalıştığım Bilgi
İşlem Merkezi'nden içeriye girerken, sanki tamamen değişmiş, bambaşka bir insan
olmuştum. Kiyanüs henüz gelmemişti, Feridun Bey odasında olmalıydı. Kendimi
yokladım; her şey yolunda olduğundan bir terslik görünmüyordu.
"Ağabey
seni koruyor!" cümlesi dökülmüştü rengi nedense beyaz dudaklarımın
aralığından., ‘George Orvel'in ‘1984’ adlı ütopik romanından alıntı bir
cümleyle kendimi hoşnut etmeyi başarabilmiş bir münzevi gibiydim!" dedim.
Şehrinaz, gel bak sevgili kocan ne
hallere düştü şimdi!”
Bilgisayarın
karşısında her zaman kendini mutlu bulabilecek şans alanlarını yaratmayı ilke
haline getirdiğimden, her zamanki rutin işleri yapmaya koyulmuştum sonradan.
Ama önce bir çay koymalıydım. Her yer aynaydı, dört bir yanım ayna, sanki
aynalarla çevrelenmiş ilginç bir yaratık olmayı sürdürmem hoşuma gidiyordu,
bundan gizli bir haz aldığım kesindi.. duyargalarımı bileyen bir şaşırtmaca,
kulaklarımda yankılanan helazonik şeklin çıkardığı homurtu, kulaklarımı tıkamak
zorunda kaldım.. Şehrinaz hala oradaydı, aynadan çekilmemişti, musluktan insanı
deli eden bir ses geliyordu.. kör ve sağır
ve suskun..
Çelik
perdeler ilginç bir hava yaratmaktaydı.. siz dışarıdakileri görebiliyordunuz;
ama dışarıdakiler baktığında sadece aynalarla karşılaşıyordu.
Japon
pencereleriyle yine Mabet'i düşündüm.
Sonra o
adamı düşündüm, yer altına nasıl indiğini.
Gazeteci
Y.'yi düşündüm.
Yazar
bozuntusu herifi düşündüm.
Gazeteci
arkadaşının genelevi patronuyla pis işlere nasıl bulaştığını düşündüm.
Sonunda
büyük para kazanma hayalleriyle nasıl hayata sarıldıklarını düşündüm. “ Bunlar
pis işler değil mi?”, diye soruyordu yazar bozuntusu herif?
Onun
şizofrenisini düşündüm, çağın sorgulanmamış yüzünü sorgulayacaktım, hem üstelik
çağın örtülü yüzünü kaldıracaktım. Kendimi böyle güvencede bulduğum için belki
de..
Üstünlük
kurma, baskı, ezme, yok etme düşüncesiyle kesiştiğinden belki de..
Bir
yerde aynaları da kendi alanıma çekmeyi başardığımdan belki de.. evet, apayrı
duygular yaşatmaktaydılar bana.... Aynaların arkasında yer alan masadaki
marketin bayrağına, masa takvimine, kalemliğe, yeşil telefona, günlük gazete ve
dergilerin bulunduğu bölmeye bakarken ‘her şeyin yerli yerinde olması ne kadar
güzel’ diye geçirmiştim içimden. Feridun Bey’in oturduğu masanın hemen
karşısındaki duvarda asılı duran resme baktım; resim yine orda, yıllardır orda
duruyor, ‘kimbilir nelere tanık oldu bu adam, neleri gördü ve de hiç oralı bile
olmadı’, dedim yine resme bakarak, kimsenin gelip gelmediğini görmeden.. her
şey birden gördüğüm rüyanın izleriyle dolup taştı, bir yolculuğa dönüştü her
şey. Feridun Bey’in kimi zaman babasının resmine bakarak hayallere daldığı
anlar canlanıverdi. Resimdeki insanın yüzünde hep aynı gülümseme vardı sanki..
onlara oradan bakarak gülüyordu.. Bilgiçliği, her şeyi ölçüp biçmesi, titizliği
resimdeki yüzden de okumak ayrı bir ilim gerektirmiyordu.. İcatlar yapmayı
seven bir insanı –Finamek Efendi’yi- oğlunun korkarak seyrettiği günlere
gittim. Bir daha geri dönemezsem de olur!
Benliğim iyice dağılmaya, benim olmaktan çıkmaya başlamıştı ki; öyle sus
pus olmuş bir halde ona baka kaldım, ışığın gelmesini bekledim karanlığında
odanın, ki her şey yine düzelsin, her şey eskisi gibi olsun. Feridun Bey’in
anlattığına bakılırsa, babası sanatkâr ruhlu bir insan olduğundan, hiç yoktan
icatlar çıkarmayı severmiş. Onlar daha çocuk yaşta oldukları için o zaman, yani
bu kente daha taşınmadan önce, kendi atölyesinde bir çok makine yapmış olan
Finamek Efendi, duvarda asıldığı yerden bana bakıp gülmekteydi sanki. Oğluna
gülümsediği gibi bana da gülümsüyordu. ‘Bir iş gezisi için gittiği Rusya'da
gördüğü tarım aletlerinden esinlenerek yurda döndüğünde harman makinesi icat
eden insanın asabiyeti, dillere destan olmalıydı’, diye düşündüm.. ‘Dedesinden
ona geçmiş asabiyet silsilesi sonunda Feridun Bey’e kadar ulaşmış demektir bu
da’, dedim. Yok... Belirtilerini, bu güne kadar hiç görmedim. Ya Onun babası 'Hacı
Yusuf '? Demirciler Çarşısı'nda asabiyetiyle ün salmış eskilerdendi, diyerek
gülen Feridun Bey’i bunları bir bir anlatırken düşündüm sonra.. Büyük Müjgan
Hala ile birlikte küçük torunlarını düşündüm.. bindikleri damalı taksinin
içinde nasıl oturduklarını hayal ettim.. şoför "Nereye?” diye sormuştur,
Büyük Müjgan Hala’da.. "Demirciler Çarşısı.." demiştir, "Nereye
olacak?” Şoför ya bir gaflette bulunmuş, ya da nasıl derler, Allah
konuşturmuştur onu, Demirciler de kimleri tanırsınız diye bir soru yönelten sen
misin? Büyük Müjgan Hala " Hacı Yusufları" demeye kalmadan, şoför de
-yılların verdiği birikim ve meslek anlayışıyla meraklı oluyorlardı demek ki-
alttan almaya başlamış, "Hacı Yusuf neyiniz olur?” diye bir soru daha
yöneltmiştir eski siyah şevroletin içinde. Belki de içinde bir kuşku
belirmiştir, bit yeniğini temizlemek adına şoförün o anda dedektifmiş gibi
davranması ne Büyük M. Hala’yı ne de küçük torunlarını kuşkulandırmıştır. Artık
sabrı taşan orta yaşlardaki kadın "Kızı olurum!” diyerek kestirip atmıştır
her şeyi bir çırpıda. Şoför de şu tesadüfe bak sen! aynı yıllarda Hacı Yusuf'la
birlikte Hac yolculuğu yaptıklarını, Mekke'yi ve Medine'yi dolaşırlarken onlara
anlatılan izlerle dolup taşan yolları ve sokakları bir an olsun
unutamadığından, kutsal topraklarda dolaşmanın ruhlarına doldurduğu havanın
tuhaf bir biçimde bütün zerrelerine nakşolduğunu anlatma ihtiyacı duymuştur.
Sonra durup kendime baktım, Şehrinaz’ım yoktu. Kim bilir dedim belki de 'Asıl
Öykü’nün Şeytan’ı taşlamada odaklandığını düşünen o insan nasıl da kıvranıyordu
acıyla? Sonra olayı büyük kızına anlatmayı gerekli gören Şoförün hâlâ daha
‘Hacı Yusuf’tan korktuğu ve çekindiği bilinenlerin arasındaydı’, diye
düşündüm.. Şeytanı taşlama sırasında Hacı Yusuf rahatsızlandığı için Şoför sırtlanmış,
sırtında taşıdığı insan, Şeytan’ı sembolleştiren alana yöneldiklerinde at sürer
gibi hiç de rahat durmamış, bir yandan küfrederken bir yandan da Şeytan’ı
taşlıyormuş, ‘çok komik ve ilginç bir insandı sizin anlayacağınız’ sözlerine
Büyük Müjgan Hala’nın tepkisinin ne olduğu, bilinmezliğini sürdürmekteydi o
zaman, diye düşündüm. Hacı Yusuf demek böyle bir insanmış. Büyük oğlu kim bilir
nasıldı? Çelik Makası da yine böyle icat ruhu taşıdığı günlerden birinde
yapmayı kafasına koyan Finamek Efendi’yi merak etmeye başlamıştım, Feridun Bey
keyifliydi anlatırken, Kiyanüs da geniş koltuğuna gömülmüş dinlerken, yüzünde
aylar önce gelen insanın ciddiyetinden bir iz bile yoktu. Mağaza müdürü olmanın
verdiği güven kim ne derse desin yine de yüzünden okunmaktaydı.. yeri
geldiğinde kendini böyle gözü kapalı olayların gidişatına bırakabiliyor, ne
zaman, nerede, nasıl durulacağını eski deneyimlerinden edindiği birikimle
yeniden şekillendirebiliyor, yeni kalıpları zorlayarak belki de bir yerde
kendini sınamış oluyordu.
O zaman
bütün eş dost atölyenin kapısına toplanmış olmalıydılar.. O yılları düşündüm..
ÇELİK HARMAN MAKINALARI levhasına sabah Bilgi İşlem Merkezi'nin levhasına bakar
gibi bakmış, sonra puslu camların ardında gizli duran hayallere uzanıp dokunmak
istercesine iki elini siper edip -camlara bir iki dokunmuştum da - atölyenin
yarı loş aydınlığında çalışan o insana bakmıştım. Hayalin pusu ortadan
kalkınca, her şeyi net görebiliyordum, hatta örsün başında demir döven Finamek
Efendi’yle göz göze gelmiştik bir an.. inatçı bir ruh taşıyan bu insana
şaşkınlık dolu, kimi de merakla bakan kalabalığın içinde sanki ben de vardım,
şimdi bunları belleğimin karanlığına yerleştirmek ve orada saklanması
gerektiğine inanmak istiyordum. Gecesini gündüzüne katarak o dev makineyi
yaptığı yıllarda mühendisler de gözlerine inanamamıştır.... İlkokul diploması
olmasına karşın, hayat mektebinden yetişmiş olan o insanı kıskanmış
olmalıydılar....
Kapının
hemen girişinde bulunan askılıkta Kiyanüs’ün ceketi asılı durmaktaydı, siyah
şemsiye yine vitrinin sağında yer aldığına göre Kiyanüs’ün son günlerdeki
dalgınlığı anlaşılacak gibi değildi. Vitrindeki aynada savrulan görüntülere
baktım. Her şey istediğim gibi gidiyordu, bunlar beni yeniden umutlandırmıştı,
artık bir şeyden çekindiğim yoktu. Önce önüme bir aynalı kapı daha çıkıyordu,
aynalı kapıyı açıp da içeriye girdiğimde renkli ışıkların bir yanıp bir söndüğü
geniş odada buluyordum kendimi. Elinde kırbacıyla, ayaklarındaysa körüklü
çizmeleri Kiyanüs'ün bilgisayarın karşısında durmuş oyun oynamalarını
düşündüm.. Dehhak Döngel ile birlikte baş başa vermiş CIVILIZATION
oynamaktaydılar. Bilgisayarın ekranı aydınlığında yine Helaluya melodisi
devreye giriyor, sonra Kiyanüs'ün çok sabırsız olduğu kareye atlıyorlardı.
Sanki orada durmuş ona bakan yaşlı insanın yorgun kalbi 'Mavi Yakalı'
askerlerine kavuşmak özlemiyle yanıp tutuşmaktaydı, hayalimdeki Dehhak Döngel
ise daha çok Büyük Rumulus'u merak ediyordu. Bir strateji de belirlenmemişti
daha, nasıl bir şey olacağını bilemediğinden iki eli bir pabuca sığmıyordu,
işler ters gitmekteydi anlaşılan.. Bu kadar sıkıntılı görünmesi başka türlü
açıklanamazdı. Pek hayra yorulası da olmadığından yaşlı Kiyanüs’e da
bulaşıyordu aynı gerginlik. Resmin parçalanmasını istemeyen oydu, mutlaka bir
bildiği vardı, yoksa bu kadar surat aşmazdı yaşını başını almış bir insan.. Sol
eli diklemesine havaya kalktığında, başla komutunu bekleyen iki insanın
sabırsızlığı yerini tedirginliğe bırakmıştı. İçeri giren yaka numarası 0017
olan genç kız depoya gideceğini bildirdiğinde ikisinden de çıt çıkmamıştı, çok
sonra, o da, Kiyanüs hemen girişteki masanın solunda belirsiz bir gölge gibi
dikilen kızı gördüğünde aklına yeni gelmişçesine daha bozuntuya da vermek
istemeyerek başıyla "Evet, gidebilirsiniz.." anlamında bir işaret
verdiğinde Dehhak Döngel’in sol eli
havada kalmıştı, ne yapacağını bilmez bir haldeydi sanki. Oysa her şeyi
çığırından çıkaran olaya daha vardı, bunu bilmelerine karşın birbirlerinden
saklama gereği neden duymuşlardı peki? Yoksa birbirlerine güvenmiyorlar mıydı?
O zaman birbirlerine karşı haksızlık etmiş olmuyorlar mıydı böyle? Her şeyden
önce aydınlatılması gereken soruların başında bunlar gelmeliydi. Ancak resmi
oluşturan dokunun kayganlaştığı zamanlara gelindiğinde her şey bir çırpıda
düzelivermiş, derin bir soluk almışlardı. İkisi de mutlu görünüyordu; kaygıdan
bir iz bile kalmamıştı, benliklerini bir giysi gibi soyunup bambaşka tıynette
bir insan olmuşlardı, yine de her ikisi hallerinden gayet memnun gibiydiler. Ya
da neden tedirgin olduklarını bilemeyecek kadar bellek yitimine uğramış
olabilirlerdi. Daha sonra noktalar halinde yoğunlaşan çizgiye sıçrıyordu resim.
Yaka numarası 0017 olan kız burada da vardı, kapının aralığında durmuş meraklı
gözlerle onlara bakıyor, nefes bile almıyor gibiydi. O kadar zaman geçtiği
halde odanın havasında dolaşan gerginlik neyin nesi diye bir sorunun kimsenin
aklına gelmeyişi düşündürücü değil miydi gerçekten de? Güya ki kendilerini
kaptırdıkları oyundan ve geleceklerinden memnun görünmekteydiler, yüzlerdeki
işaretlerden dem vuran Ali Attar'ın dükkanında konaklayan iki genç insandan
biri Şehri Yar’da oyalandıkları günlerde bir Pazartesi akşamı aynı öyküyle
karşılaştıklarında buna o kadar şaşırmamışlar, üzerlerindeki uyuşukluğun rüya
tozlarının dağılmasıyla kalkacağına inanmışlardı. Sebe'nin gözleri bu yüzden
yaşlıydı, Cücelerin bir çuval içinde taşındığı ve sonra da yakıldıkları
meydanda şimdi bir anıt yükselmekteydi.. onları anmak için yapılmış anıtın
karşısında da büyük kagir bina yine o yıllardan kalma bir anıydı..
-II-
"Şu
yerinde duramayan, huysuz, soğuk mu soğuk ışık kümeleri, odanın, karanlığın
perde perde aralama işine daha akşamdan başlamışlar gibi, o zamana kadar hiç
rastlanmayan şaşırtıcı, bir o kadar da irkiltici saydamlığı kat kat yıkayıp
yumaktaydılar", dedi Şehrinaz, "Sanki Kasabı sinir etmek için
oradaydılar, meydana toplanmışlar, geçen gecenin nostaljik senfonisine eşlik
etmek için yokluklarından çıkıp gelmişler, şimdi de yerlerinde duramayan
halleriyle oradan oraya savrulmaktaydılar...."
"Tıpkı
beyaz gecelerdeki gibi!” dedim,
"Evet!”
dedi Şehrinaz, "Sus da beni dinle!”
"Olur
karıcığım!” dedim,
"En
anlaşılmazı ise saydamlığın içinde oluşlarıydı." dedi, "Daha fazla
vakit kaybetmektense bunları düşünmeyi elinin tersiyle bir kenara iteleyip,
üzerlerine gitmişti.. Ş.'nin derin uykusunda rüyalar görmediğini, görse de
filmlerle ilgilidir, oradan hemen uzaklaşmak istedi. Neyin nesi olduğunu
öğrenmek için bakan Havale Teyze’ye uyumasını söyledi, "Sen uyu!"
dedi, "Rahatına bak..., her şey yolunda.." içinden yükselen ses ise
"Acaba,” diyordu, "Doğru mu?” Ne bileyim diyecekti ki.. bir cinnet
anı geçirmiş, sarı yüzlü ve hayatlarından bezmiş, gelecekten artık bir
beklentileri kalmamış insanlar önünü aldılar. Görüntü akıntısı hala
sürmekteydi. Bir bakıma korkulası bir şeydi. Kimi yerde parçalanıyor, kimi
yerde bölüm bölüm bir araya geliyorlar, kimi yerde uzun ve dar bir kılığa
giriyorlar, kimi yerde de kısa ve geniş olmuş ne fark eder der gibi uzayıp
gidiyorlardı bu saydamlıkta. Daha fazla üstelemedi. Yalnızlığını başka türlü yenemeyeceğini,
dahası onlarla böyle başa çıkamayacağını söyleyen yaşlı pirifaniyi aramadık yer
bırakmamıştı....
"Nasıl?”
dedim, "Böyle bir şey nasıl olur ki?”
"Çünkü
onlar başka bir dünyadan geliyorlardı!” dedi Şehrinaz, "Onların dünyasına
karışmak istemeyen kendini ona teslim etmeli ve içten pazarlıklı olmamalıydı.
Zamanın terkibini oluşturan vücutları ayrı bir suda yıkanmış ve cana
geldiklerinden insana sadece beklemek düşerdi, Kasap da bu yüzden beklemişti
zaten!”
Filmin
Camus türüne girdiğini yine laflarının arasında bir yere sıkıştıran Şehrinaz,
beni böyle tedirgin görmekten sanki mutlu oluyordu. Camus’la uzaktan yakından
ilgisi yoktu. Kafka vari dese.. az biraz anlaşılırdı. Ya da Beckett.. Camus
nere anlattığı öykü nere.. işin kolayına kaçıyor.
Karımın
bazen başka bir ruh taşıdığına inanıyordum... "Lanetlik bir
adamsın.." diyordum örneğin kendime, baktım olmadı hemen ağız
değiştiriyordum.. bir pandomimci gibi "Sırıtan yüzünü Şeytan görsün
emi...." diyordum ..
"Ne
yapıyorsun orada sen?” dedi Şehrinaz, "Beni dinlemiyor musun yoksa?”
Toparlanıp
yüzüne baktım, "Seni dinliyordum" dedim, yalvardım, kızmasın,
aşağılamasın diye beni. Beni affetmiş gibi yumuşadı, boğazını temizleyip
kaldığı yerden anlatmayı sürdürmek için filmin havasına girmeye çalıştı.
"Yüzlerini
siyah bir maskeyle kapadıkları için göremediği kişiler otobüsten daha iner
inmez, ne olup bittiğini anlamadan, apar topar, karga tulumba misali
mıncıklanarak bir eski marka şevrolete bindirerek Kasap'ı kaçırıyorlardı."
dedi Şehrinaz, "Kimsenin olmadığı bir yere geldiklerinde de şevroletten
indirilerek yerlerde süründürülüyordu. Epeyce yerde süründürülmüştü... Canını
feci yakmışlardı o zaman.. Kasapları hiç sevmeyen bir örgütün ele başı
olmalıydılar. Canı yanmış bir halde yüzü koyun uzatılmış, yine sopa yemişti, bu
sefer tekme tokat girişmişlerdi, "Bu bile az!" diyordu biri,
"Deyyusa bunlar azdır.." diye öteki lafa karışıyordu. Akşam karanlığı
çökerken yine eski şavrolete bindirilerek şehrin en işlek ana caddelerinden
birinde bırakılıyordu Kasap. Üzerine benzin döküp yakmadıklarına şükretmeliydi!
Böyle bir şey yapsalar da, gıkının bile çıkmayacağını bilmiyorlardı tabi ki.
Allah’tan böyle bir işe kalkışmamışlardı. Kimsenin -karısının bile- göremediği,
yalnızca onun farkında olduğu silik bir Kasaptı, aslında. Daha henüz yüzü
belirginleşmemiş kadının, karanlık sokakta lapa lapa karın yağdığı bir kış
gecesi evinden ayrılışından sonra karanlık yüzlü kişilerle buluştuğu bodrum
katındaki o kadını, belki de karısına benzeterek huzurunun kaçtığı gecelerde
hep aynı sıkıntıyı çekmiş bir insan olmak istemiyordu artık.. Gezginliğini
üzerinden atıp köşke doğru yol alışını tuhaf karşılasa da, amcasının bir şeyler
bildiğini, ama ondan gizlediğini düşünüyordu. İçinden çıkamadığı labirentten
iğrenç kokular savrulmaya başlamamıştı daha, orada nasıl yaşadığına
inanamıyordu kadın, iti bile bağlasan durmazdı, aşığı onu orada beklermiş
meğer, orada buluşup koklaşırlarmış...."
"Yaa
demek öyle!” dedim, "Aşığını orada beklermiş?!”
"Sana
ne?” dedi Şehrinaz, "Burnunu niye uzatıyorsun vara yoka.."
Babaanneden
dinledi. Liz’le Şehrinaz'ın anlattıkları pek birbirine uymasa da, bunların
üstünde duracak zamanım olmadığından dikkatimi başka bir noktaya vermek için
çok acele davranmış sayılmazdım. Karımın yatağa girmesini bekledim, her zamanki
gibi şifonyerin karşısında uyku makyajını yapmaktaydı, Film Anlatma sırası bu
gün ondaydı, gözlerimi tavana diktim, nasıl geldiğini bile görmedim, perdeler
çekiliydi.
"Bakışlarını!”
dedi Şehrinaz, "Karanlık sokakta bir başına yürüyen o insana yöneltmelisin!”
"Tamam!”
dedim, "Yönelttim!”
"Gördün
mü?” dedi, ikisi de aynı boy bir gölgenin içinde Kaleiçi' nin dar sokaklarından
birinde yürüyorlar!”
"Seslerini
bile çıkarmıyorlar!" dedim,
"Evet.."
dedi Şehrinaz, "Seslerini çıkaramazlar budala!”
"Niye?”
diye sordum saf saf.
"Niye
olacak, budala...." dedi Şehrinaz, "Filmin gerilimini azaltmamak
için! Bir yere davetliymiş gibi geç kalma korkusuyla acele etmeleri gözünden
kaçmayan siyah pelerinli kadın da onları takip etmekte, Rüyacının hangisi
olduğunu bulacağına, o kadar emin süslü bir tazı gibi süzülerek aynı karanlık
sokakları onlar da geçiyor gibi!. Ama
yaşlı adam Rüyacı’dan söz edecek yerde yine karısından söz açınca, Kasabın
morali filmlerdeki gibi sıfır oluyor, çaresiz orada donuyor ve şöyle
düşünüyor.. bir hayalden başka bir şey olamam ben artık. Bir hayal kasırgası
kasıklarından başlayarak bütün bedenini dolanmış kasabı belki de o karede
cezaların en kötüsüne çarptırmaktan, öcünü böyle almaktan yana kullanmıştı
oyunu yönetmen!”
"Sabırlı
ol!” dedi Şehrinaz, "Bu ne acelecilik böyle?”
Dönüp
yüzüne baktım, gözlerinin içinde o ışığı gördüm yine, filmin etkisindeki kadına
benziyordu, sigara içme molası verdik, mutfağa giderken "İçecek bir şey
ister misin?” diye sordu, "Yok!” dedim, "Sen ne içeceksen iç!”
Mutfaktan geri geldiğinde yüzünde korkulu bir ifade vardı, aklına yeni şeyler
gelmiş gibi heyecanlıydı da, yorganı üzerine çekmedi bu sefer, gözlerini benim
gibi tavana dikip bir iki dakika bekledi, sonra sabırsızlıkla onu beklediğimi
düşünmüş olacak ki..
"Kasap
Yaşlı adamı orada boğmak istedi!” dedi Şehrinaz, "Zaten yaşlı adamı
kucaklamasıyla boğazına sarılması bir olmuştu, ama sen işe bak ki yaşlı adam
debelenirken aynı sözcükleri sıralamaktan vaz geçmemişti: "Karınız sizi
aldatıyor, beyefendi!" Kasap'ı asıl çileden çıkaran da buydu, işini
bitiren cani ruhlular gibi cesedin başında beş on dakika beklemişti yine
de, işin asıl tuhaf tarafı karanlıktan
faydalanarak hemen oradan uzaklaşmanın yolunu arayan Kasap, bir tanıdıkla karşılaşma
kaygısını da aynı anda yaşıyor, yönetmen oldukça kurnaz davranmış burada öyle
değil mi? Sen ne dersin Cemşid?”
Cemşid..
Finamek.. off.. Tanrım! Bu kadın, bu dünya tüm çevre beni delirtmek için sıraya
girmiş olmalılar. “Kadın! Kadın.. yetti artık ben Cemşid miyim, Finamek mi?”
sözleri içimde büyüdü, büyüdü,"Öyle!” sözcüğüne dönüştü, "Yönetmen
çok kurnaz biri olmalı!”yla dönüşümünü tamamladı.
Yüzüne
tuhaf bir hüzün gelmişti karımın, o da benim gibi çok etkilenmiş olmalıydı,
sesine hüzünlü bir ton katarak.. "Yaşlı adam boğularak ellerinde can
vermişti!" dedi, "Tüyler ürpertici sahne gözden kaybolmamıştı ki
hasetle, kinle bakan bir çift göz büyüyerek sahneyi kaplıyordu, Kasap da eli
kolu bağlı bir halde kurtarıcı meleğini beklediği salonun ortasında o
gürültüyle yeniden uyandığında, aradan sanki uzun yıllar geçmiş gibi, başka bir
insan kılığında gözlerini dünyaya açmaktan mutlu, karısının sabah kahvaltısını
bekliyordu. Hayatının en mühim olaylarından biri gözlerinin önünde cereyan
etmiş, Kasap'ı kıskıvrak yakalayıvermişti. Daha birkaç dakika önce ellerinde
can vermiş yaşlı adamın yanında duran kadirşinas biri de bir şey görmemiş gibi
çok soğuk kanlı "Evet, n'olacak? Ne yapalım?!” diyordu, "İnsanların
laf üretmek konusunda üstlerine yoktur! Hele karınız çok güzel olursa, böyle
yerlerde, tabii adını çıkaracaklardır!"
Bir
sessizlikten sonra kalan yolu yürümek içlerinden gelmese de Kadirşinas adam
yine ele başılığını yapıyordu bu işin, az bir yollarının kaldığını, biraz
gayretten sonra rahatlayacaklarını, gerginlikten onları çekip çıkaracak
aydınlığa kavuşacaklarını söylüyordu.. bu kadar kapris film yıldızlarında bile
olmazdı, o kendini ne sanıyordu, dişini sıksa ölürdü sanki?
"Yok,
daha neler?” dedim,
"Neyin
var?” dedi Şehrinaz, "Dinleyecek misin, dinlemeyecek misin?”
"Sen
bana bakma!” dedim, "Anlat!” Sonra Şehrinaz'ın yüzüne bakmadan sigara
izmaritini küllüğe bastırdım..
"Amiral
battı oyunu daha yeni bitmişti!” dedi, "Eski rüyanın alışkanlığıyla adama
rıza göstermesi kaçınılmaz bir şey gibiydi, Kaleiçi tükenmiş, sarp bir yola
çıkmışlardı, arkalarından hiç kimse gelmiyordu, ikisinden başka kimsenin
olmadığı bir yamaca ulaştıklarında soluk soluğa kalmışlardı, ama hallerinden
şikayetçi değillerdi..."
"En
sonunda Bahçeli Ev'e vardılar mı?” diye sordum, neden bu kadar heyecanlandığımı
Şehrinaz anlamamış gibi yüzüme baktı,
"Bahçede
oynayan şempanzeler hemen dikkatini çekmişti!” dedi Şehrinaz, "Evin yaşlı
sahibi haftanın belli günleri onları bahçeye salıyor olmalıydı.
"Şempanzeleri sever misiniz?” diye sorduğunda, durup yaşlı adamın yüzüne
bakarak "Hayır!" demişti Kasap, "Onları daha çok karım
sever..." Bir ara uzun bir sessizlik olmuş, ikisi de konuşmadan birbirini
süzmüştü. Evde karısının onu beklediğini söylerken, işimizi çabuk tutarsak iyi
olur, demeye getirmişti sözü aslında Kasap. "Tamam, tamam!" demişti
yaslı adam, öfkelendiği her halinden belli olmaktaydı, tez canlı olması asabını
bozmuştu rüya arkadaşının, ama yine de ona son bir fırsat daha tanımanın
heyecanıyla akşam yemeğine kalmasını önermiş, Kasap nedense o an aksiliği
tutmuş gibi, gitmekte diretmişti..."
Anlamamış
gibi.. "Kasap niye diretiyor?” diye sorduğumda, "Bunlar rüyasında
oluyor...." dedi Şehrinaz, "Bunda anlamayacak ne var?”
"Yoksa
beni iyi dinlemiyor musun?” diye sitem etti karım,
"Yok,
yok!” dedim, "Dinlemez olur muyum hiç!”
Yine
kaldığı yerden anlatmaya başladı Şehrinaz.. Dedi ki.." Rüya söndü sanmıştı
Kasap. Böyle bir fırsatı ona tanımadığı için, bir sırrı açıklıyormuş gibi akşam
olanları eğilip de kulağına fısıldayan kadına son bir nazarla daha baktı, bir
uyur gezerden farksızdı. Bu sahnede her şey çözülecekti sanki. Büyük odadaki
boy aynasında yüzünün kırışıklıklarına baktığı geçen akşam, yemeğe hiç
dokunmamış karısına durup dururken çatmıştı, Büyük H. Hala yine şikayetçiydi,
gül gibi kızlarını bir kasaba vermekle iyi etmediklerinden dem vuruyordu
Kendirev Bey’e. Saatlerle kafayı bozmuş insan da, koltuğa gömülmüş gövdesini
akşamın rehavetine kaptırdığından sessizce dinlediği kız kardeşine, fırsatını
bulmuşken, bir iki laf etmeyi uygun bulmuştu ki; olanlardan kimseyi mesul
tutamayacaklarını söylüyordu, ikisinin de sevişerek evlendiklerini ne çabuk
unuttunuz Valide Hanım' diyerek yangına sanki körükle gitmek ister gibiydi.
Alkazar Sineması’na gittiklerinde büyük H. Hala’yı ikna etmek için karısı - o
zaman Ş. daha genç bir kızdı- ne yalan uydurmuştu ki, bütün hayatı şimdi o
yalan üzerine inşa edilmiş gibi geliyordu ona daha çok."
"Eee!"
dedim, "Sonra?."
"Bu
günlük buraya kadar!” dedi Şehrinaz, "Yarın yine kaldığımız yerden devam
ederim!” Sonra sırtını dönüp uyumak için gözlerini kapadı, poposu neredeyse
burnuma değecekti, kalktım, dışarı çıktım, filmin en heyecanlı yerinde uykusu
geldi diye öfkelendim...
cemal çalık
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun hakaret içermemesine dikkat ediniz.
2- Yayınlanacak yorumlarınızın yazı ile alakalı olmasına özen gösteriniz.
3- Yazım ve dilbigisi kurallarına dikkat ediniz.
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, yorumunuz yayınlanmayabilir.