Sana sen mi desek, siz mi? Sen bir tek kişi olduğuna göre, sana, sen dememiz kadar olağan bir şey olamaz. Ama olmuyor. Egolar hareketleniyor. Kasıntı hareketler başlıyor. İşler karışıyor. Dünya’nın sekizinci harikâsı olan sen, kendine siz denmediğinden hareketle kaprisler yapıyorsun. Yap! Sorun değil, problem değil, mesele hiç değil. Kendinle baş başa bırakılacağını da unutma, ama. Sana seni çoğaltarak saygı göstermeyeceğiz. Sana sen diyerek saygı göstereceğiz. Bütünlüğünle var olduğunda seni karşımızda görmek isteyeceğiz. Sen, sana siz denmesini istedikçe sana sen diyeceğiz. Sen denmesini istedikçe de siz. Sen bir tanesin. Biriciksin bak. Sen, sadece sensin.
Samimiyetlerin içbükey mekânlarına bak. Entelektüel mekânlar, içe bükülen, içte düğümlenen samimiyetlerin yeridir. Sen oradaysan, sana sen denmesinden rahatsız olmuyorsun. Herkes senle eşit, sen herkesle eş değersin. Kaprislerin, diğerlerinin kaprisleriyle aynı güçte. Sen çoğaldıkça katılaştığını biliyorsun. Bir bütün olarak yoğunlaştığına inanıyorsun. O yüzden sana siz diyenlerin, seni kendilerinden uzaklaştırdıklarını düşünüyorsun. Seni dağıttıklarını ve diğer senlerle benzeştirdiklerini sanıyorsun. Sana siz diyenleri sevmiyorsun. Herkese sen demek, sendeki id’i güçlendiriyor. Ama sana kötü bir haberim var. Sana hizmet edenlere hep sen desen de onların sana siz demeleri gerektiğinden bahisle, entelektüel harmandan kopup dağılıyorsun. Burjuva oluyorsun, bu hesapla. Bir türlü istediğin gibi olamıyorsun işte. Biriciksin sen, biricikliğini kabul et artık. Kafanı karıştırma. Sana hizmet eden de sana sen demeli. Sen, sadece sensin.
Sosyete dilberlerinden ya da playboylarından biri sensen, bilirsin; siz, sadece ilk kadehe kadar sen yerine kullanılır. Sonra ortada ne sen kalır ne siz. İd’ler, egolar, süper egolar her biri bir kahraman edasıyla çıkar meydana. Çoğaldıkça çoğalırsın, çoğaldıkça genişlersin. Upuzun bir siz olursun ve gittikçe kaybolursun. O kadar çok dağılırsın ki. O kadar çok belirsizleşirsin ki; ya bir psikolog ya da bir psikiyatrist toplasın istersin sizi. Senleştirsin sizi. Senleşmeyi, yeniden sizleşeceğin ilk zamanlar için istersin. İlk kadehlere yeniden hazırlanmak için. Sonra hep ve daima yeniden çoğalmak ve yeniden belirsizleşmek için. Fakat her dağılmandan sonraki ilk anda aynada gördüğün sadece sensin. Sizleşmenin sana attığı çirkin iftiraların altında ezilmiş sen. Bir tanecikliğine özlem duyar, iç’in. Bilirsin, ne kadar çoğalsan da sen, sadece sensin.
Amirsen sen, memurlarına sen deme hakkı buluyorsun kendinde. Burjuva, oligarşi, monarşi, hiyerarşi. Kendinden alttaki herkese sen demeyi, kast hakkı olarak görüyorsun. Memurların sana siz demek zorunda kaldıklarında gizli ve açık şiddetli hazlar alıyorsun. Çoğalmış, genişlemiş, güçlenmiş, sözüyle dağları deviren sen, aşağıdakiler için daima sizsin. Onların sana sen deme hakları yok. Edep, sana siz demelerinde tanımlı. Kafan karışmasın hiyerarşinin olduğu her sömürü düzeninde bu böyle. Hatta çoğullaşman, uzaklaşman ulaşılmazlık metaforlarıyla sarıyor seni. Sana siz bile diyemiyorlar. Lar, ler ekleriyle bahsediliyor senden. Geldiler, gittiler, lûtfettiler. Kim? Sen! Sayın bilmem kim geldiler… ve gittiler. Gece yatağına girdiğinde, seni üçüncü çoğul şahıs yapanlar daracık beyinlerine çekildiğinde kendindeki senle baş başa kalıyorsun. Biliyorsun ki sana sen diyemeyenler olsa bile; sen, sadece sensin.
Mahalle’de siz yok. Herkes sendir. Sen herkesin içinde sensin. Mahalle seni kendinde bütünleştirir. Dağıtmaz. Çocukluğundan itibaren seni bir tek resimde görmüştür, büyütmüştür. Mahallen seni siz diyerek çoğaltamayacağını bilir. Mahallene her gidişinde, mahalleni her hissedişinde bedeninde sıkılaşan kendindir, sensin. Büyüdükçe dağıttığın sen, gittiğin yerlerde sizle yer değişmişse. Oralarda sizden memnunsan. Sizin derinliklerinden haz alıyorsan. Mahallene dönmek istemezsin. Mahallendeki senle karşılaşmak istemezsin. Mahallende kimseyi kandıramazsın, çünkü. Ne yaparsan yap, sizi sene döndürür mahallen. Değişeceksen de mahallende değişirsin. Mahalleni terk etmen, sendeki siz hayranlığındandır. Mahalleden tanıdıklarınla entelektüel mekânlar da, sosyete kafelerinde, resmi-özel kurumlarda karşılaşmak istememen bu yüzdendir. Bilirsin yine de; ne kadar kaçarsan kaç; siz mahallende daima sendir. Mahallende sen, sadece sensin.
Sana sen demek, seni kabullenmek demek. Seni sevmek, seni bir kişi olarak görmek demek. Seni, ben’e yakınlaştırmak ve dostlukla kucaklamak demek. Sana sen demek, seni İd’inin, ego’nun, süper egonun oyuncağı olmaktan kurtarmak demek. Bazen de sana siz demek, senle seni aşağılayanlara karşı seni yüceltmek demek. Ne olursa olsun sana, sen demek aslında seni sevdiğini belli etmek demek. Her yer de sen, sadece sensin.
mustafa ege
siz çoğulluk ifade etmez, çoğul anlam katan siz değil burada bahse konu olan: nezaket ifade eden sizdir. bunları ayırmak gerekir birbirinden.
YanıtlaSilAmerikalı kafasıyla bakmamak gerekir meseleye kaldı ki İngilizce de isteseniz de siz diyemezsiniz.. kullandığınız kipler içinde nezaket veya resmiyet katarsınız ama cümlenize.. İngilizce böyledir, mecburen you dersiniz ama soruya may I diye başlamakla can I diyerek başlamanız farklı anlam ifade eder ve İngilizce konuşanlar yerine göre gerekli kelimeyi kullanır. almanca öyle değildir, Japonca da.. Türkçe de.. bu dillerde doğrudan sizi karşılayan kelime vardır. dilin binlerce yılda içinde yoğrulduğu kültürle ilgili bu..
merak ediyorum bu yazıyı kaleme alan arkadaşa, biriyle karşılıklı sizli bizli konuşurken; karşısındaki siz diye hitap ederken biraz da sinirlenmesinin etkisiyle sen demeye başlarsa ne hisseder acaba?